1) HER HAKİKATIN BAŞI KİBRİT
'' bizler Nasreddin Hoca torunlarıyız. içimizde hep bir ümit var; ya severse ? '' M.Menteş
Muhammed Ali bile kibritin hakikatine inanırdı. Dini bir vesileyle de olsa cebinde kibriti eksik olmazdı. Lise çağlarımda büyüklerin anlattığı bu ve bunun gibi hikayelerle büyüdüm ben. Muhammed Ali'nin tek yumruk nakavt hikayelerinden çok dinlediğim tek hikaye ise benim bu dünyaya gönderilişimdi. Rivayete göre alt komşumuz olan diğer evrenden, bu dünyaya bir 'sokağı' bulmak için yollanmışım. Silüetim insan, gönlüm kibrit misali. Reaksiyona bağlı ateşimle; kah insanları aydınlatır, kah canını yakardım. Bir gün öyle bir parladım ki aşık bile oldum. O benim dünyam oldu, dünya dedikleri ise olsa olsa mahalleydi onun yanında.
Sanırsam hikayemin konusu görev için yollandığım sokaktı. Bütün senaryoya kahvaltının yerini kahveli nikotin sakızının aldığı bir sabah karar vermişim. Örf ve geleneklerin değişmesi canımı sıkıyordu ancak onlar bütün bir geceyi bile sakıza çevirmişlerdi. Dedikleri gibi dünya gittikçe aydınlanıyordu, dünyanın diğer ekseninde 'belkiler sokağı' sonsuza dek kendisini karanlığa terketmişti. Kurtarıcısı hepimizdik, yola ilk koyulan bendim. Pes etmedim, karanlığa koşar adım alkış tutmak neymiş ben ilk orda öğrendim.
2)BU DÜNYANIN KÜÇÜK PRENSİYİM
Ben yola çıkacağım için mi hava sislerle kaplıydı ? önemsizdi. her zaman karşıma sisler inşa edilmişti zaten. ben başka dünyaların görevlisiyken sırf keyfime lise hayatına atılmıştım. o kadar çok sis inşa ettiler ki önüme buna da aldırmadım. sisler yaratmak sadece yağmurun kendini belli etmeden ıslatmasıdır. eğer yağmur sizi ıslatarak suçlu olmak istemiyorsa sislerini yollarlardı. benim öyle yağmurlar gördüm ki meslekleri bile vardı; kimisi isal olup tuvaletten eksik olmayan öğretmendi, kimi sokak çocuğunu döven polisti, polislik mesleğiyle dalga geçen şımarık kızlar-erkeklerdi. karşıma uygunsuz çıkan kütlesi bile değişken olan her cisime üflemeyi öğrendim. bazen öyle üfledim ki yolumun ne kadar açık olduğuna ben bile inanamadım, herşeyden önce engeller nasıl basit aşılırmış onu bildim. bilmenizi istedim.
***
Veda etmek zordur eğer seviyorsanız. kim olursa olsun kurduğunuz hayalleri yeni bir yol uğruna yırtıp atmak gözyaşı olarak döner sana. benim için de bir o kadar zordu veda vakti. çantam hazırdı, sıkıca giyinmiştim. büyük validenin dediği gibi içime atlette giymiştim. ben zaten üşümezdim, maksat seven sevdiği için üşümesindi. kapıyı açtım yollanmak için, valide ''akbilini aldın mı ?'' dedi, yolum tabanvay dedim. gazete kağıdına sardığı yarım ekmeği tutuşturdu elime, öpmedi bile anahtarını al dedi. ben o dünyanın küçük prensiydim, hiç birşey olmayacaktı olası sakat bir durumda. tek sorun bana da fiyat biçicekler diye korktum.
'' insanlar artık her şeyi satıcılardan alıyor. ama dost satan bir satıcı olmadığından insanların dostları da yok artık '' Küçük Prens
3) YALNIZLIK ALLAHA MAHSUS
''Hayat beni neden yoruyorsun ?'' Serdar Ortaç
Yalnızlık allaha mahsustu, bunu da küçükken gittiğim maçlarda öğrenmiştim. Gençken harmanım çoktu. Elalem arkadaşlarıyla stres atardı. Oysa bana arkadaşlarım iğrenç yaratıklar gibi geliyordu. Sevemedim hiç birini, sevmekte zorunda değildim. Ben sadece görevliydim. Bir süre tribün alemini kovaladım, orda ayıkmıştım mevzuya. Varsa Allah; yalnızlık bir tek ona mahsustu.
Üniversite de biraz daha kendime uygun arkadaşlar bulmuştum. Özellikleri az, güveni bol. Afisi yok dirayete bağlı güven çok olanlarından vardı hep yanımda. Ders çıkışlarında sürekli takıldığımız bir kafe vardı. Günün akışına göre kafamızı eseni yapardık.Öylesine sahiplenmiştik ki biz o mekanı, mekanın sahibi bile yoktu. İki masa vardı. birinde ben ve arkadaşlarım otururduk, diğerinde hayali silüetler. Yine günlerden bir gün ben ve arkadaşlarım dediğimde aralarından bir tanesi ''biz'' demenin herkesi eşit yaptığını söylemişti. Eğer ben ve dalyaraklar gibi cümleler kurarsam, psikolojik olarak kendimi öne çıkardığımı anlatmışlardı. O günden beri her yapılan kötülükte biz demeyi bildim; hepimiz zenciyiz, hepimiz mehmetçiğiz, hepimiz ermeniyiz, hepimiz anamızın amında çıktığı kadar ağlıyoruz... dediğim gibi bu dünyanın küçük prensiydim ben, kimi istersem o kafede bulabilirdim. tek yapmam gereken biraz inanmaktı. inanmak başarmanın yarısıydı.
Bugün hayali silüetler kahvesine uğramanın vaktiydi. cebimdeki bozuklarla belkiler sokağı haritasına tav olduktan sonra aynı haritayı elime alıp ışınlandım kahveye. kimse bilmesin diye ışınlanma gibi hayali bir kapı yapmışlardı kahveye, azıcık hayalgücü yeterliydi içeri girmek için.
Bu silüetler hep aynı masada otururlardı, oturdukları masaya sertçe vurarak beni bu sokağa götürebilecek biri var mı diye sordum. biraz sertçe sordum lakin o dünyanın küçük prensi bendim bunu anlamanız gerek.
Aralarından en eskisi davetime icabet etti, adı silik laf'tı. evet ulan bu hayali silüet'in bir adı vardı o da '' silik gaf'' tı
Vukuata hazır çocuklar gibiydim, saatleri ayarladık. Dönülmez akşamın ufkunda yola hayıflanmamak üzere başladık.
İnanmak başarmanın yarısı diyenlere hiç ama hiç inanmadım. olsa olsa başlamak inanmanın yarısıydı, inanmak önemliydi. bu dünyada herkes bir bok başarır. ya bir bokun bile neler başarabileceğine inanan kaç kişiydik acaba ?
4) BAŞLANGIÇLAR ZORDUR, HER BAŞLANGIÇ GÖREVİNİ BEKLEYEN BİR SONDUR
İstenilen bin türlü yeni bir dünya söylemi vardı. ben bunların hepsinin olduğu bir sokağa gidiyordum. artık; ne kel müdür yardımcılarım, ne ispikçi götlek bebeler, ne kabız devlet yöneticileri, ne para basan avm'ler olacaktı. buna benzer o kadar hayal olmaktan çıkmış gerçekten kurtulacaktım ki, kurtarmaya giden değil de kurtarılan olmuş gibi hissediyordum. yeni sokağımda adalette olmayacaktı, tıpkı eski yaşadığım mekan gibi. dünyada adalet var derlerdi; yer miyim ulan ben ? amerikada bir bebenin su püskürttüğü silah filistinde bi bedenin katili oluyorsa o dünyada asla adalet olmayacaktı zaten. adaletsiz bir dünyanın adaleti için yolu mübah saymıştım.
Zafere ulaşmak için yer yolun kabul gördüğü kapak zaferler dünyasını hiç sevmemiştim zaten. imkanım olsa her sokakta yatan için dünyanın altındaki sandalyeyi çekerdim. imkanım olsa aşkları rakı masası muhabbeti olsun diye yaşatan bu dünyayı en yakın arkadaşıyla aldatmak isterdim. imkanım olsa aç insanları aç bıraktığı için değil, bizi onları düşünmeyecek kadar robota dönüştürdüğü için suratına tükürürdüm puştun. ve imkanım olsa her dövülen sokak çocuğu hatrına, bakkalı olupta süpermarket temizlikçisi haline gelen abi için, ağlattığı her çocuğun gözü yaşı ıslaklığına, yasakladığı her kitap sayfası aşkına, yarattığı bu düzen uğruna canını yakardım. ve o dünyaya inat onu değiştirmeye gidiyordum. onun kaypak zaferlerine ulaştığı tek yol yerine kendi yoluma gidiyordum ben. tüfeklere inat yapılan her pisliğe kibrit yakarak gidiyordum. merhaba benim bir diğer adım can yakan
şimdi de kibritle seni yakacağım.
''Cehennem dediğin dal odun yoktur, herkes ateşini kendi götürür'' Pir Abdal Sultan
5) ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA
Üç günlük dünyanın sonuna geldik ulan artık. uzun değil ama zor bir yol katetmiştik. tıpkı validenin fırına yollaması gibiydi, sigarasız kalınan sabahların bakkal yolu gibiydi. uzak değildi, düşündüğümüz kadar. o kadar farklı insanlar görmüştüm ki bu yolda silik gaf'ın zamanında başına gelen cinstendi. şimdiden lanet etmiştim kişiliksizlere. bu gibi durumlarda çok söylenen bir söz vardır; herkesin kendi kapısının önünü süpürsün diye. benim elimde faraşta vardı süpürgede ancak inat etmiştim kendi kapım yerine başkasının kapısının önünü temizlemeye. hayatı matematik olmuş insanların çapını bozmaya inat etmiştim. artık onları sabit bir pi sayısı olmaktan kurtarıp var olan çemberden çıkaracaktım. yolun sonuydu; giriş kapısını araladım. boşluğu görmüştüm ve benden önce o boşluğa düşen insanları. hayalleriyle bu noktaya gelen ama hayallerinde kaybolan insanların düştüğü araf meydanınıda geçmiştim. sanırsam olayın en zor kısmıydı burası, evet küçük umutlarla büyük hayaller beslemek güzeldi. yeni dünyalar yaratmak herkesin hakkıydı ancak yaşadığı yeri ayırt etmek ana hakikattı. ben yaşadığım alemi aştım, aştığım alem kadar sözüm var. vay arafta kalanların haline. arafta kalanları hatrına yaşadığımız üç günlük dünyanın üç günüde bayram olsundu.
'' Üç günlük dünyanın, üç günü de bayram olsun '' M.Menteş / Afili Filintalar
6) BELKİLER SOKAĞI
'' Kurduğumuz hayallere rağmen değişmeyen dünyanın şerefine '' To Vlemma Tou Odyssea
Artık hepimiz belkiler sokağının sakinleriydik.
Eğer bu dünyanın geldiği aydınlanma seviyesi kimin göz pınarını yakıyorsa
bu sokağın sakiniydi o da
Kurulan hayallerle gelinirdi bu mekana
Hayallerini yıkan gerçeklerdi nefret ettikleri
Ve hala içimizde kalan ''belkilerle'' gülebiliyordu bu sakinler
Hala bir playstation koluyla hayat yönetmiyorsa o sokak sakini, belkileri sayesindeydi
Belki bir gün gelir diye
Belki sevgililerini gerçekten severler de rakı masası fiyakasından kurtarırlar diye
Belki artık makinalarda tuşlarla yönettikleri futbol maçı yerine sokağa kurdukları taştan kalede maç yaparlar diye
Belki para çarkı olan AVM'lerin yerine yapıldığı, parklar yeniden köşebaşı türer diye
Beşiktaş iskelesinin yanındaki çaycı, kabız bir vekilin güvenliği için kapanmasın diye
Sırf çocuklar değil martılarda yetim kalmasın diye
Artık sevgi dolu sözcükler yapmacık gelmesin diye
Büyükpeder ve büyükvalide ziyaretleri bayramdan bayrama denen kısma tav edilmesin diye
Huzurevinde çocuklarını bekleyen takoz dede ağlamasın diye
Belki tek temizlenen şeyin, o parklarda bi gece önce muhabbet döndüğünün kanıtı olan çekirdekler
olmasın diye
Belki çıkarı olan dostluklar yerine, aynaya bakarcasına ağladığımızda ağlayan görürüz diye
Hani olur diye söylemiyorumda, hala yanan bir kaç ışık varsa onlarıda kapatırız diye
Adaletsiz dünyaya, adaleti kağıtta yazanların dışına çıkarırız diye
Belki değer verdiğimiz birinin gözünden bir damla yaşa kıyamayız da kibrit gibi parlarız diye
Belki bir gün paraya bağlı düzen sona ererde, satın aldıkları güneşi herkesle paylaşırlar diye
Son bir ümit kalan belkiler vardı işte
Bütün dünya bir yana dursun; ışıktan vazgeçmiş karanlıkta duruyorlardı
Yaşadıkları yere mecnun, hallerinde memnunlardı
Belki de artık siz o kadar yol alıp belkiler sokağı sakini olmuştunuz.
Merhaba ben bu dünyaya her ibneliğe inat kibrit yakmak için yollandım
Eşlik edermiydiniz ?
''Konuşsam faydası yok, sussam gönül razı değil'' Atasözleri kitabı
İyi geceler
Sadece Senin Olmak İstedim
Herşey Biter
Cherokee
Benimle Uçmak İster misin
Yaşamak İstemem
Köle
Oyuncak Dünya
Çok İstiyorum
30 Ocak 2012 Pazartesi
25 Ocak 2012 Çarşamba
Renkli Külü Olan Sigara
Felsefeyi Dekart'a yedirecek düzeyde şüpheci bir insanı anlatayım bu gece size. O da pek sevmez geceleri, vakit geçmez haliyle o saatlerde. Uğraşacak belli başlı birşey yoksa iş başa düşer. Vakit öldürmek amaçlı sorular sorulur zihne. Aynen tam bu anlattığımı yapan biriydi. O genelde insanların davranışları yerine çok ufak hakikatler arardı ''acaba dünyada kaç mum yanıyordur, bu mumların kaçı kibritle yanmıştır, ekvatorda yağmur yağıyor mudur, buzullardaki penguenler uçsa nereye giderdi, afrikadaki akrepler siyahta siyah oldukları için mi onlara kötü diyoruz ? Neden bu akrepler kötüydü, sevilmezdi ? Siyah diyeydi çünkü diğer renkteki akrepler hakkında bu kadar kötü söz söylenmezdi. Ama siyah olması onları kötü yapmazdı. Nerden bilirdik belki bu akrep bir termit kabilesine yuva yapmıştı, belki yaşlı bir karıncanın ekmeğini yuvasına kadar taşımıştı, belki de doğruydu sertçe kol darbesiyle bir tırtılı tahtalıköye sefer etmişti.'' gibi. Bunları düşünürken şarkı dinlemeyi severdi, yanında ise kahve içmeyi. Kahvenin gönül arkadaşı sigarasıydı. Kırmızı malbuş içerdi. Kahve Leyla ise sigarası Mecnundu onun için. O ise fuzuliydi, geceye göre kahramanlarına rol verirdi. Sabah ezanı vakti de gelmişti, bir sigara saklardı ezana. Cama çıkar uçuşan martıları izleyerek nefeslenirdi; mistik ezan sesiyle. Ezanın bitmesiyle uyudu hemencik, gece ayakta kalmanın yorgunluğuyla uyuyakalmasıda pek sürmemişti.
Takriben saat üç gibi uyandı bizim eleman. Hava o gün fena halde pusluydu. Lakin hava puslu diye mi kendini kötü hissediyordu, yoksa kendini kötü hissettiği günlerde mi hava puslu olurdu ? içine sinmemişti o gün. ne derler bilirsiniz arkadaşlar ;
'' düz ovada yağmurdan kaçılmaz, göte giren şemsiye açılmaz ''
çok irdelemedi, karnı açmıştı çünkü. Ufak bir leyla ile mecnun sahnesinden sonra çıktı evden. Yarım ekmek kaşar-salam için bakkala uğradı. Midesini dolduramadan ayrıldı, bakkaldan aldığı tek şey sigaraydı. Kitap alacaktı. her zaman kitap aldığı dükkana yol almaya başladı. Gidişi belliydi; otobüs. Otobüs diye geçmemek gerek. Bu eleman insanları yaptıkları her şey için ayırabilirdi. Ancak yaptığı ayrımcılık değildi önyargıydı. Ona göre otobüs kullanan biri hayatını düzenli bir şekilde yaşayan bilinçli insandı. Aynı zamanda insanları incelemeyide severdi. Bunlar çok gereksiz detaylardı, onun için bütün hatıralarının bulunduğu kadıköye gelmişti. ÇARŞI durağında indi otobüsten.
Önce kitap aldığı dükkana uğradı. Ancak bir kez daha eli boş dönmek zorunda kaldı. Eve dönecekti, otobüs durağına gereken yoldan gitmezdi dönüş yolunda. Çok sevdiği bir sokak vardı oradan geçerek devam etti. Sokak bittiğinde gözünden bir damla yaş geldi, serçe parmağıyla aldı nemini. Kahvaltı eksikliği nedeniyle iyice de acıkmıştı üstelik, sigarasından çektiği her nefeste daha da fazla hissediliyordu açlığı. Yine her Kadıköy'e geldiğinde köfte ekmek yediği yere gitti, cebindeki bozukları vererek bir yarım köfte yaptırdı. Afisi bol değildir lakin soğan, domates ikilisi pek bir doludur. Midesini tav etti köfteye ama buda canını sıkmıştı. Kalabalığın bakışlarına aldırmadan elindeki köfte ekmeği de fırlattı dönüş yoluna koyuldu, bindi otobüse. Oysa en sevdiği şeydi köfte yemek.
Ev yolu uzak değildi, uzak olsa da bu kadar yıkıma karşın pek koymazdı o yol. Tabanvayı seçti yollandı.
Şimdi şu eskiydi bu eskidendi gibi bir çok laf duymuşsunuzdur eminim ki. O da hiç sevmezdi bu muhabbeti ancak cümle yapısı benzese de eskiler her zaman daha iyidir fikrini savunurdu. Ona göre iz bırakanlar unutulmazdı. Beş yıl sonrada bugün iz bırakanlar unutulmayacaktı.
Sabah yarım ekmek almaya gittiği bakkal artık yarım yapmıyordu. Hijyeni bol hem de tadı güzel ama bir o kadar soğuk sandviçler gelmişti tezgaha. Oysa onun istediği ekşimiş kaşardı, n'olacağını bilerek yediği yarım ekmekteydi.
Çok geçmeden zamk kadar yapıştırıcı hayat kadar apıştırıcı ikinci yıkımı yaşadı. Kitap almak için gittiği pasaj tuzla buz olmuştu. Sordu soruşturdu ve yerine AVM yapılacağını öğrendi. Kim istemezdi ki yemekli ve her kitabın satıldığı bir mağazaya sahip AVM, para basan bir çark. kim istemezdi ? ancak istemiyordu bizim eleman, onun gözü mağaza girişinde bulunan '' dünyada şu kadar satıldı '' reklamında değildi. O kitapçı amcayı istiyordu, tam yokluğa düşmüşken onun ayarına göre kitap veren adını bile sormadığı o kitapçı amcadaydı. Ve bu amcanın tabi ki bembeyaz sakalları vardı.....
Kitabını alamamıştı haliyle, dönüş yolu rotasından o sokaktan geçiyordu. Çok sevdiği o sokakta bir dolu hatırası vardı sevgilisiyle. Bilirsiniz arkadaşlar sevgililer ayrılınca değil unutulduğu zaman eski sevgili olurlar. Aynen bu hesaptı onun sevgili dediği de. Yürümeye devam ettikçe bütün kafelere bakıyordu çok gecikmeden gördü sevgilisini. Malum her hikayede ki gibi onun yerine başka bir lavuk vardı artık. Gözünden tek yaş gelirken eski bir hatırası gelmişti aklına (bir bar da sex yaparken basılınca topuklamışlardı beraber ve o kafeye gelmişlerdi birbirlerine gülerek sigara içmişlerdi, onun için bu samimiyet unutulmayacak cinstendi). Bu olay aklına gelince nasıl bir kalp ağrısı oluştu siz düşünün canlarım. Belki o yaşadığı anıları yeni sevgilisiyle yaşayacaktı kız, belki öpmeye bile kıyamadığı dudaklara beş dakika sonra o hödük attıracaktı. Bilmiyordu, bilmekte istemiyordu. Ben de bilmiyorum zaten lan acılar dolusu.
Sıra geldi enerji, mutluluk kaynağı köftesine. Her eksik mutluluğunu solucan gibi tamamlayan ne eti belirsiz, mikrop yuvası köfte bile değişmişti. Bir zengin firma da tezgahı alıp, afilli bir köfteci yapmış. Hem aynı fiyat, aslında daha lezzetli hem de çok temiz köfteler yapıyormuş. Anladığınız gibi hepinizin sevdiğinden. Ancak o tükürüksüz köfteyi de yemedi, yarısına gelince de fırlattı attı. Acaba mideyi kanatmadan eve gidebilir miyim ? heyecanı vermiyordu neo-köfte.
Eve döndü o gün dönmesine ama aklında ki soruları yanıtlayamadı,
Akrebin Gözleri- Erkin Koray
Karlar Düşer- Akrep Nalan
https://twitter.com/#!/birkibrityak
Takriben saat üç gibi uyandı bizim eleman. Hava o gün fena halde pusluydu. Lakin hava puslu diye mi kendini kötü hissediyordu, yoksa kendini kötü hissettiği günlerde mi hava puslu olurdu ? içine sinmemişti o gün. ne derler bilirsiniz arkadaşlar ;
'' düz ovada yağmurdan kaçılmaz, göte giren şemsiye açılmaz ''
çok irdelemedi, karnı açmıştı çünkü. Ufak bir leyla ile mecnun sahnesinden sonra çıktı evden. Yarım ekmek kaşar-salam için bakkala uğradı. Midesini dolduramadan ayrıldı, bakkaldan aldığı tek şey sigaraydı. Kitap alacaktı. her zaman kitap aldığı dükkana yol almaya başladı. Gidişi belliydi; otobüs. Otobüs diye geçmemek gerek. Bu eleman insanları yaptıkları her şey için ayırabilirdi. Ancak yaptığı ayrımcılık değildi önyargıydı. Ona göre otobüs kullanan biri hayatını düzenli bir şekilde yaşayan bilinçli insandı. Aynı zamanda insanları incelemeyide severdi. Bunlar çok gereksiz detaylardı, onun için bütün hatıralarının bulunduğu kadıköye gelmişti. ÇARŞI durağında indi otobüsten.
Önce kitap aldığı dükkana uğradı. Ancak bir kez daha eli boş dönmek zorunda kaldı. Eve dönecekti, otobüs durağına gereken yoldan gitmezdi dönüş yolunda. Çok sevdiği bir sokak vardı oradan geçerek devam etti. Sokak bittiğinde gözünden bir damla yaş geldi, serçe parmağıyla aldı nemini. Kahvaltı eksikliği nedeniyle iyice de acıkmıştı üstelik, sigarasından çektiği her nefeste daha da fazla hissediliyordu açlığı. Yine her Kadıköy'e geldiğinde köfte ekmek yediği yere gitti, cebindeki bozukları vererek bir yarım köfte yaptırdı. Afisi bol değildir lakin soğan, domates ikilisi pek bir doludur. Midesini tav etti köfteye ama buda canını sıkmıştı. Kalabalığın bakışlarına aldırmadan elindeki köfte ekmeği de fırlattı dönüş yoluna koyuldu, bindi otobüse. Oysa en sevdiği şeydi köfte yemek.
Ev yolu uzak değildi, uzak olsa da bu kadar yıkıma karşın pek koymazdı o yol. Tabanvayı seçti yollandı.
Şimdi şu eskiydi bu eskidendi gibi bir çok laf duymuşsunuzdur eminim ki. O da hiç sevmezdi bu muhabbeti ancak cümle yapısı benzese de eskiler her zaman daha iyidir fikrini savunurdu. Ona göre iz bırakanlar unutulmazdı. Beş yıl sonrada bugün iz bırakanlar unutulmayacaktı.
Sabah yarım ekmek almaya gittiği bakkal artık yarım yapmıyordu. Hijyeni bol hem de tadı güzel ama bir o kadar soğuk sandviçler gelmişti tezgaha. Oysa onun istediği ekşimiş kaşardı, n'olacağını bilerek yediği yarım ekmekteydi.
Çok geçmeden zamk kadar yapıştırıcı hayat kadar apıştırıcı ikinci yıkımı yaşadı. Kitap almak için gittiği pasaj tuzla buz olmuştu. Sordu soruşturdu ve yerine AVM yapılacağını öğrendi. Kim istemezdi ki yemekli ve her kitabın satıldığı bir mağazaya sahip AVM, para basan bir çark. kim istemezdi ? ancak istemiyordu bizim eleman, onun gözü mağaza girişinde bulunan '' dünyada şu kadar satıldı '' reklamında değildi. O kitapçı amcayı istiyordu, tam yokluğa düşmüşken onun ayarına göre kitap veren adını bile sormadığı o kitapçı amcadaydı. Ve bu amcanın tabi ki bembeyaz sakalları vardı.....
Kitabını alamamıştı haliyle, dönüş yolu rotasından o sokaktan geçiyordu. Çok sevdiği o sokakta bir dolu hatırası vardı sevgilisiyle. Bilirsiniz arkadaşlar sevgililer ayrılınca değil unutulduğu zaman eski sevgili olurlar. Aynen bu hesaptı onun sevgili dediği de. Yürümeye devam ettikçe bütün kafelere bakıyordu çok gecikmeden gördü sevgilisini. Malum her hikayede ki gibi onun yerine başka bir lavuk vardı artık. Gözünden tek yaş gelirken eski bir hatırası gelmişti aklına (bir bar da sex yaparken basılınca topuklamışlardı beraber ve o kafeye gelmişlerdi birbirlerine gülerek sigara içmişlerdi, onun için bu samimiyet unutulmayacak cinstendi). Bu olay aklına gelince nasıl bir kalp ağrısı oluştu siz düşünün canlarım. Belki o yaşadığı anıları yeni sevgilisiyle yaşayacaktı kız, belki öpmeye bile kıyamadığı dudaklara beş dakika sonra o hödük attıracaktı. Bilmiyordu, bilmekte istemiyordu. Ben de bilmiyorum zaten lan acılar dolusu.
Sıra geldi enerji, mutluluk kaynağı köftesine. Her eksik mutluluğunu solucan gibi tamamlayan ne eti belirsiz, mikrop yuvası köfte bile değişmişti. Bir zengin firma da tezgahı alıp, afilli bir köfteci yapmış. Hem aynı fiyat, aslında daha lezzetli hem de çok temiz köfteler yapıyormuş. Anladığınız gibi hepinizin sevdiğinden. Ancak o tükürüksüz köfteyi de yemedi, yarısına gelince de fırlattı attı. Acaba mideyi kanatmadan eve gidebilir miyim ? heyecanı vermiyordu neo-köfte.
Eve döndü o gün dönmesine ama aklında ki soruları yanıtlayamadı,
''Gerçekten o gün hava puslu diye mi bunlar olmuştu, yoksa hayal kırıklıkları olacağı günler mi hava puslanırdı?
Peki ya akrepler ?
Onlar da beyaz mıydı acaba bir zamanlar ?
Ya köfte ekmek? Akrep rengine benzeyen kül olmuş seyyar köfteciler yoktu artık.
Peki yeni yarım ekmekler çok mu keyif veriyordu, ya da sandviçler ?
Akrepler siyahken kötüydü de beyazken çok mu iyilerdi ?
Ya bu sigara onunda külü siyahtı.
Peki külü daha renkli olsaydı yararlı mı olacaktı ? '' tüm derdi buydu, çok düşündü bulamadı.
Renkli külü olan sigara bekledi kandırılmak için...
İyi geceler.....Akrebin Gözleri- Erkin Koray
Karlar Düşer- Akrep Nalan
https://twitter.com/#!/birkibrityak
7 Ocak 2012 Cumartesi
IŞIKTAN VAZGEÇ, YÜRÜ KARANLIĞA
Kallavi miktarda tümörle başlar bu hikaye ve hemen yanındaki evrende işleyen sizin hikayeniz.
Çok dert edilecek bir tümör değil bu başrol oyuncumuz, portakalın kilosu kadar.
Ancak washington olanının tadından yenmez, eheh şaka lan şaka yak bir sigara başlıyorum.
Bu bahsettiğim tümör bazen şarap şişesinin dibindeki sona vurmuş tortudadır,
Sigaranın filtresindeki sona gelişin çaresizliğidir
Kibritin kül olup elvada demesi kadar hayalidir
Arada ibneleşir; arkadaşına verdiğin borç olur, hani ihtiyacım var der ve aslında gider burjuva yerlerde portaklı soyulmuş ördek yer ya işte o ördeğin sana lanetidir bu tümör.
Yılbaşı sonrası gelen çaktığın matematik sınavıdır, logaritmanın sonsuz sayılı üssüdür.
Ciddileşirsek
Annenin yüreğiyle dürtülen gözyaşıdır, belki o an sikinde olmaz ama yatağına girdiğinde annene duyduğun üzüntü ve sevginin karmasıdır bu hastalık. kıskanmıyo imajı verdiğin sevgilin başka biriyle takılmasının içe atılması sonucu büyür, ayrılık sonrası gazı alır ve zihnindeki yerini parseller. sol lobun arkasında sotelenir ama bulamazsın, yok edemezsin piçikoyu. arada dostça yaklaşır sana; öldürmez, sadece süründürür. etkisi karla karışık psikolojik baskıdır.
Haha, biraz beyin sikişi olmakla beraber taşşak geçiyomuşum gibi olacak ama kar'ın doluya çevirip canına acıtacak hale gelmesidir. bir nevi zorunluluklardan kaçamamaktır. ufaktan açıklarsak başkalarına göre yapman gereken şeylere bir bulut dersek, oğlan dönencesinden gelen asi davranışlar bulutunu seçersen yağar bu kar. olması gerekenler bulutunun bekçileri vardır. bu karlı fırtına onların işidir. yok etmek isterler kişiliğini, utanırlar belki senden.
Buna bir arkadaş kazığı
veya
anneniz babanızgilin bir orospuçocuğu bulup sizle kıyaslamasıdır, ofsaytla gol atıp sizi kaleye tıkması diyebilirsiniz.
aslında biraz daha yüksek doz verirsem size; sevgilinizin kar yağışına dayanamayarak soğuğa pes etmesidir. oturacak daha sıcak bir kucak bulmasıdır. kucakta oturmakla yetinmemesidir. insanoğlu asla yetinmez zaten amınakoyim.
İçki gözüyle özet geçersek beyaz şarap gibidir zihin tümörü.. sen farketmeden çökertir seni. süreç bariz bir şekilde gelişir;
ilk önce hayali bir dünya görünümü yansıtır yorgan altı saatlerine. sonra gece yatağında kurduğun hayallerin gerçek olmayacağını söyler sana: siklemez bir dille. ilk başta kabullenmezsin. yine hayali bir tümöre, hayallerini yıktığı için küfredersin, ardından öldürmek istersin. bir bakmışsın tek hayal dünyanda bulabilmişsin onu. ilk pompalıyla alnını ortasına gömersin kurşunu. sadece hayali dünyanda öldürdüğünü görünce kim kimi sikmiş anlarsın. yaşadığın acı karesiyle çarpılıp, üssüyle beraber götüne girmiştir.
bir bakmışsın 45lik plak başa sarmış, joplin reyiz çalmakta
tümör ise ilk şarkıyı söylüyor sana;
şarap şişesinin dibindeki sona vurmuş tortu olmuş yeniden
sigaranın filtresindeki sona gelişin çaresizliği olmuş ardından
ve bu hikayenin başındaki tüm aşamaları kaydetmiş
seni yıktıkça gücüne güç katmış kendini yenilemiş...
Bu olay 5-6 kere başına geldiğinde ise direnmekten vazgeçersin. aylarca buz gibi havaya dayanmışsındır. kar yağan yalan dünyaya inat kar topu ile karşılık vermişken yarı yoldan dönersin.
üşümüşsündür
isyan edersin soğuğa
mecalin üç kelimeye dayanır, ateşini yolla bana dersin.
Ateş yollayamam kardeşim ben sana, iki çöp kibritim kaldı. birer sigara yakabiliriz ancak.
koyalım sohbeti hemen ardından
sok şunu kafana
dönme sikik bir tümör için istediğin, hayal ettiğin şeylerden.
beynindeki hücrelere tembih et yapmasınlar geri vites
yağan kar'a inat kardan adama havuç sok sen
başkasının kucağında ısınan sevgiliye ufo kıvamında ateşini yolla, kor alevler içinde yansın sonra.
oysaki sen 500 puanlık ygs sistemine tam puanlık bir kroşeyle cevap ver.
ağlayan annenede öğret bu üzüntülerin hepsi tümörün oyunu.
öğret herkese gülmeyi
dişlerini göstererek yapmacık olanından değil,
sigarayı yaktığında çıkan dumanla gülmeyi öğret.
o yola çıkarken sıkı giyin
seni öptüğünde güç vericek bir sevgiliyle başla
kayıp yere kapaklandığında el uzatacak arkadaşlarla
sana güvenen insanlarla beraber savaş
baktın ki olmuyor
zor günlerin gitmeye niyeti yok, çek dertlerin altına bir sandalye
Öğren onlarla yaşamayı
Diren ve efsane ol!
Bir kibrit yak, ver dertlerin eline bir sigara.
Sen de anlat ona acil çıkış kapısındaki ışığa koşmamayı
İnadına karanlığa koşmayı öğret
Karanlıktan düştüğünü anlat
Yaralarını göster
Güven bana sen söylemeden o siktir olup gider.
Yeni yılınızda ne gülüşünüz ne sevginiz son bulsun
Turkcell'in bücürlerinin dediği gibi her tümörün karşısına dikilecek sonsuz kibrit var.
J.Joplin reyiz sizle bu gece
iyi geceler ulan iyi geceler.
Çok dert edilecek bir tümör değil bu başrol oyuncumuz, portakalın kilosu kadar.
Ancak washington olanının tadından yenmez, eheh şaka lan şaka yak bir sigara başlıyorum.
Bu bahsettiğim tümör bazen şarap şişesinin dibindeki sona vurmuş tortudadır,
Sigaranın filtresindeki sona gelişin çaresizliğidir
Kibritin kül olup elvada demesi kadar hayalidir
Arada ibneleşir; arkadaşına verdiğin borç olur, hani ihtiyacım var der ve aslında gider burjuva yerlerde portaklı soyulmuş ördek yer ya işte o ördeğin sana lanetidir bu tümör.
Yılbaşı sonrası gelen çaktığın matematik sınavıdır, logaritmanın sonsuz sayılı üssüdür.
Ciddileşirsek
Annenin yüreğiyle dürtülen gözyaşıdır, belki o an sikinde olmaz ama yatağına girdiğinde annene duyduğun üzüntü ve sevginin karmasıdır bu hastalık. kıskanmıyo imajı verdiğin sevgilin başka biriyle takılmasının içe atılması sonucu büyür, ayrılık sonrası gazı alır ve zihnindeki yerini parseller. sol lobun arkasında sotelenir ama bulamazsın, yok edemezsin piçikoyu. arada dostça yaklaşır sana; öldürmez, sadece süründürür. etkisi karla karışık psikolojik baskıdır.
Haha, biraz beyin sikişi olmakla beraber taşşak geçiyomuşum gibi olacak ama kar'ın doluya çevirip canına acıtacak hale gelmesidir. bir nevi zorunluluklardan kaçamamaktır. ufaktan açıklarsak başkalarına göre yapman gereken şeylere bir bulut dersek, oğlan dönencesinden gelen asi davranışlar bulutunu seçersen yağar bu kar. olması gerekenler bulutunun bekçileri vardır. bu karlı fırtına onların işidir. yok etmek isterler kişiliğini, utanırlar belki senden.
Buna bir arkadaş kazığı
veya
anneniz babanızgilin bir orospuçocuğu bulup sizle kıyaslamasıdır, ofsaytla gol atıp sizi kaleye tıkması diyebilirsiniz.
aslında biraz daha yüksek doz verirsem size; sevgilinizin kar yağışına dayanamayarak soğuğa pes etmesidir. oturacak daha sıcak bir kucak bulmasıdır. kucakta oturmakla yetinmemesidir. insanoğlu asla yetinmez zaten amınakoyim.
İçki gözüyle özet geçersek beyaz şarap gibidir zihin tümörü.. sen farketmeden çökertir seni. süreç bariz bir şekilde gelişir;
ilk önce hayali bir dünya görünümü yansıtır yorgan altı saatlerine. sonra gece yatağında kurduğun hayallerin gerçek olmayacağını söyler sana: siklemez bir dille. ilk başta kabullenmezsin. yine hayali bir tümöre, hayallerini yıktığı için küfredersin, ardından öldürmek istersin. bir bakmışsın tek hayal dünyanda bulabilmişsin onu. ilk pompalıyla alnını ortasına gömersin kurşunu. sadece hayali dünyanda öldürdüğünü görünce kim kimi sikmiş anlarsın. yaşadığın acı karesiyle çarpılıp, üssüyle beraber götüne girmiştir.
bir bakmışsın 45lik plak başa sarmış, joplin reyiz çalmakta
tümör ise ilk şarkıyı söylüyor sana;
şarap şişesinin dibindeki sona vurmuş tortu olmuş yeniden
sigaranın filtresindeki sona gelişin çaresizliği olmuş ardından
ve bu hikayenin başındaki tüm aşamaları kaydetmiş
seni yıktıkça gücüne güç katmış kendini yenilemiş...
Bu olay 5-6 kere başına geldiğinde ise direnmekten vazgeçersin. aylarca buz gibi havaya dayanmışsındır. kar yağan yalan dünyaya inat kar topu ile karşılık vermişken yarı yoldan dönersin.
üşümüşsündür
isyan edersin soğuğa
mecalin üç kelimeye dayanır, ateşini yolla bana dersin.
Ateş yollayamam kardeşim ben sana, iki çöp kibritim kaldı. birer sigara yakabiliriz ancak.
koyalım sohbeti hemen ardından
sok şunu kafana
dönme sikik bir tümör için istediğin, hayal ettiğin şeylerden.
beynindeki hücrelere tembih et yapmasınlar geri vites
yağan kar'a inat kardan adama havuç sok sen
başkasının kucağında ısınan sevgiliye ufo kıvamında ateşini yolla, kor alevler içinde yansın sonra.
oysaki sen 500 puanlık ygs sistemine tam puanlık bir kroşeyle cevap ver.
ağlayan annenede öğret bu üzüntülerin hepsi tümörün oyunu.
öğret herkese gülmeyi
dişlerini göstererek yapmacık olanından değil,
sigarayı yaktığında çıkan dumanla gülmeyi öğret.
o yola çıkarken sıkı giyin
seni öptüğünde güç vericek bir sevgiliyle başla
kayıp yere kapaklandığında el uzatacak arkadaşlarla
sana güvenen insanlarla beraber savaş
baktın ki olmuyor
zor günlerin gitmeye niyeti yok, çek dertlerin altına bir sandalye
Öğren onlarla yaşamayı
Diren ve efsane ol!
Bir kibrit yak, ver dertlerin eline bir sigara.
Sen de anlat ona acil çıkış kapısındaki ışığa koşmamayı
İnadına karanlığa koşmayı öğret
Karanlıktan düştüğünü anlat
Yaralarını göster
Güven bana sen söylemeden o siktir olup gider.
Yeni yılınızda ne gülüşünüz ne sevginiz son bulsun
Turkcell'in bücürlerinin dediği gibi her tümörün karşısına dikilecek sonsuz kibrit var.
J.Joplin reyiz sizle bu gece
iyi geceler ulan iyi geceler.
çArşı kansere kArşı,
kAhrolsun tümörler, tümöre gerivites yApAn hücreler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)