4 Temmuz 2012 Çarşamba

Arzular Şelale Kib-rit

Kibrit Hakikati; insanın kibrit gibi içinizi aydınlatacak sekilde yakmasidir, kibrit gibi parlayarak gulmesidir. 


Kibrit semboliktir bu olayda, önemli olan kibritin kimin elinde olduğudur.
Ve kibritin sahibi insan size bir çok avantaj sağlayabilir, bir o kadar da degersizlestirebilir.


1- Aslında maliyetiniz bes kurustur, ancak çevresel faktörlerden dolayı fiyatınız cuzi bir miktarda artar, on kuruş olursunuz. Sizi pahabicilemeyecek görebilecek tek kisi sevdiğinizdir. Bir tek ona parlamanız muhteşem gözükür, oysa başka bir insan için sohben yakmak için kullanılırsınız, ornegin ocakta yemeğini unutan bir anane. Aslında gercegi görebilme süresi siz sönene kadardır. Siz sondugunuzde her yer karanliklasir, karanlık nüfus sayımı su sekilde yapılır ; hayatta kalanlar bi sigara yakar...


1.5- Acaba küçükken yere düşen bonibon mu daha çok aglatmistir Yoksa degersiz olma silsilesi mi? Neredesin Elif şafak, neredesin İsveçli bilim adamı ?


 2- Yanmak sizin elinizde olan bir hadise değildir. Ben illa yanicam dıyorsanız, tatile gittiğiniz babanız gibi yanarsınız; kollar siyah, vücut Ülker beyaz labne peynir gibi kalır mazallah. Siz koca bir kutu kibritsiniz, lakin sizi yakacak insanın karşınıza çıkması anlık birseydir. O isterse yanarsınız, sürtünme kuvveti şart hacı, sizi kalbine sürtecek, sonra parla babam parla. İstersen en baboli kibrit ol, barutsuz ateş yanmaz, ateş olmayan yerden duman çıkmaz.


3- Yandım diye geçinmeyin, siz üflemekle sonmeyen ateş değilsiniz sonuçta. Ruh orospusu tabiri kullandığımız kisiler siz daha yeni parlamisken üfleyebilir, bu da size koyabilir. Yok haci koymayabilir, ancak doz asımı halinde acaip sayko, çok sekili depresif haller oluşturabilir. 


Doz aşımı: aldatılmak, birden fazla yalan, aldatılmak, sizden değerli birinin olduğunu öğrenmek, daha degersiz oldugunuzu o kisiden öğrenmek, aldatılmak, aldatılmak, ve yine aldatılmak hacı.


Kibrit sadece bir kere yanar, ve bir kere soner.
Her kibritin bir yakılıs amacı vardır, çok derin düşünmeye gerek yok, sonuçta atom parçalamiyoruz sadece seviyoruz. 


Kibrit hakikati, 
Ask bir kutu kibrittedir, 
Kibrit ve kibriti alan arasındadır, 
Kibrit sahibi olmadıkça kibrit bir ömür yanamaz, 
Kibrit olmadıkça kibrit kutusu, kibrit kutusu olamaz, 
Her kibrit parlayarak yanar, 
Elbet bir gün söner. 
Kibrit kadar hayali parlamanız, 
Kibrit gibi sonmemeniz dileğiyle. 


Arzular şelale, iyi geceler. 


http://www.youtube.com/watch?v=bPE2zKbORF0
http://www.youtube.com/watch?v=kuWr7U8N_Hc

14 Haziran 2012 Perşembe

YILDIZ MASALLARI

Hayatin bazi sahneleri vardir. 
Mesela bir filmin basrol oyuncusu olalim. 
Ve yildizlari sayalim. 
Hic bir film yildizlari saymakla bitmez. 
Goz takibi onemlidir, 
illa ki hedefler butun yildizlari saymaksa gozunden kacan yildizlari hatirlatacak biri gerekir. 
Boyle hikayelere yildiz masallari denir. 
Yildiz masallari, yildizlarda yasayan yaratiklardan ibaret degildir. 
Yildiz masali, ninniyle avutulup masallarla keklenen kalplerin tatminidir. 
Herkese ninni fisildayan birileri olur hep, 
Bazen hikayeyi o kadar erken bitirirlerki hikayeyi kendimiz tamamlarız
Nokta koyamadığımız hikayeler olurlar hep,
geç gelen noktalar gibi.
Nokta koymanın zorluğu orda belli olur,
virgüller hep zaman öldürücü işaretlerdir.
Beyin ölümü gerçekleşen kalbi makineyle hayatta tutarlar.
Sadece çevresindekilere, kalp çürür hesabı.
Bizim için noktalar bu akdar önemliyken,
ufacik bir noktanin kendini degerli hissettigi tek yer ise yildiz masallaridir. 
Nokta napsın hesabı ? Onu düşünmeyenler utansın.
Alayına nokta ulan, kalp temizlensin diye değil,
bari nokta yalnız hissetmesin diye.
Virgül şımarmasın diye, şımarıpta kan almasın diye.
Tabii hikayeyi nokta virgül üstüne kurarsak,
Her noktanin yeni bir cumleye, son noktanin ise yeni yazilacak romanlara yol actigini goremeyiz. 
X'e çok değer verirsen y'yi bulur, z olur eşittirin diğer tarafında kalırsın.
Onların toplamasına birbirini çarpması ifade etmez.
Çarpanlara ayrılmasını beklersin.

Neyse konumuza dönelim,
Hikayeyi biz yazmak istedigimizde sayfa sayisi bellidir, baskasi girince o masala sayfa sayisi degiskenlik gosterebilir. 
Her masalin sonu izafidir, kimine tecrube, kimine mutsuzluk sacar.
Her yildiz masalinda oldugu gibi iki kisi baslar saymaya; seven ve daha çok seven
Güzel ve çirkin,
Karizmatik ve şirin
Sonra kopar kayış ve der ki ''sen say, işin bitince bana soylersin.''


Bunu duymak çay içirtir adama, yaz sıcağında bile harareti alsın hesabına
Aslinda bütün malvarlığın küçükken saydigimiz yildizlar kadar olsun istersin, 
Sonsuz ve birden fazla saydigimiz coban yildizini istersin.
En cok yıldız senin olsun istersin, çünkü çocukken aşık olduğun şey yıldızlardır.
Bir an olsun kimseyle paylaşmak istemezsin,
çoban yıldızını birden fazla saymanın sebebide tam olarak budur.

Keske simdide en buyuk istegimiz tum yildizlar olsaydi.
Keşke şimdi de çocuk aklımız olsaydıda yıldızları isteseydik.


Ancak kaybettikten sonra tüm yıldızlara kavulabildik.
Keşke yıldızlara ihanet etmeseydik dersin.
Ne gerek vardı başka sevdalara, en güvenilir yıldızlardı dersin,
Keske hic büyümeseydik dersin,
Keske hic büyümeseydikte kanayan sadece dizlerimiz olsaydi hesabı.
Kanı temizleyen kadin annemiz olsaydi.
Keşke başımıza iş açan tek güzel kadın annemiz olsaydı.

Şimdi elimi yıldız kesmiş, kanıyor.






2 Haziran 2012 Cumartesi

ŞEREFE

Her gece şaraba vuran bir padişah gibi.
Köpeköldüren şarabı tadamayan II.Selim için,
Halısaha maçı yapmanın tadına varamayan firavun için,
Kürdan batırmadan yediği peynir ekmek yüzünden aşağılanan çocuk için,
İçinde kibrit ateşi kadar kısa ve öz ümitler bulunduranlar için,
Her cumartesi ümidini yıkmak zorunda kaldığımız cumartesi anneleri için,
Ve yine her gün ümit ne demek bize öğreten cumartesi anneleri için,
3 şekerli çay sevenler için,
Şarabı gazozla sevenler için,
Parası olupta paylaşımcı insanlar için,
Sensörlü lambanın adaletsizliğini anlayanlar için,
A harfini bize anlamlı kıldıranlar için,
Hayallerimiz için,
Hayallerinde bile kaybeden tarafta olanların adaleti için,
Annelerimiz için,
Eve beş dakika geç kaldığımızda meraklanan babalarımız için,
Tonton  ananelerimiz için,
Suavi'nin aksakalı için,
Patso yaparken patatesi bol bol koyan o abi için,
Sigarayı ters yakıp üzülenler için,
Hep aynı olan şarap için,
Kaybedenler kaybetti yazan mezar taşı için,
Kansere kaybedenlerin üzülmemesi için,
Ve kanseri yenenlerin içindeki mutluluk için,
Hayallerine geri vites yapmayan adolf hitler için,
Şair ceketli çocuk için,
Bir yanı mum diğer yanı eksik olanlar için,
Sayı saymayı mahalle maçlarında öğrenenler için,
Boğa yılanı görebilen küçük prens için,
Kimlik fotorafını göstermeye utananlar için,
Kuyruğu kesilen kedi, seks objesi görülen köpekler için,
Götünden soluyan kaplumbağalar için,
Ninja turtles için,
Laz burunlu fare; splinter usta için,
Şike soruşturmasından içeri atılan don vito carleone için,
Sütü seven kamyoncu için,
Sütü seven tetikçi; leon için,
Yaşına aldırmadan sevmeyi herkesten iyi bilen mathilda için,
Otobüste tereddüt etmeden yaşlılara yer verenler için,
Kalbi metrobüs kadar karışık olanlar için,
Kontu bulmaya gidenler için,
Kontesin aldattığı kontlar için,
Kont olmayı seçmeyenler için,
Kenan komutan için,
Orhan Gencebay için,
Irkçılığa inat
Siyah için,
Beyaz için,

Cumhuriyet adı altında monarşiyle yönetilen ülkelerin çaresizliği için
Bir bardak köpeköldüren içelim II.Selim.

Hayallerinden vazgeçmeyen herkesin,
Ve tüm hayallerimize rağmen değişmeyen dünyanın şerefine.

Cümleten hasta siempre ulan,
Alayına siyah beyaz devam.

30 Nisan 2012 Pazartesi

UYUYODUM DİYEN SEVGİLİ

Mesela bazı hakikatlar vardır; zamk kadar yapıştırır, hayat kadar apıştırır.

Örneğin, bir bukalemun avına yaklaşırken, avcı soyundan bir hayvan olmadığını anlayıp avından uzaklaşırmış. çok entresan dimi amınakoyim ?

İşte bunu öğrenmemi sağlayan hakikat sensin mesajıma uyuyodum cevabını veren sevgili. Oysa ne de güzel başlardı çay demlenen günler.

Uyanır uyanmaz mesaj attım sana büyük bir heyecanla biliyor musun ? ve akabinde aynı mutlulukla kahvaltı ettim. annemgil yeni zeytinde almıştı, çay da vardı, üç şeker atmıştım. mutluydum kısacası birader. kahvaltı bitip sigara içmeye gidince baktım telefona, mesaj vardı; senden değildi. senden mesaj gelmediğini görünce saatin erken olmasıyla ''uyuyodur minnoşum'', ''yatsın bitanem'', ''ayyy ne tatlı uyuyodur şimdi'' gibi bin tane gereksiz iltifatta bulundum kanımca. ancak şunu anlayın canlarım, bu iltifatlar gece kırılan kumandanın sirenleriydi.

Öğlen güneşiyle vurdum kendimi sahile, müzik dinliyor ayağına mesaja cevap bekliyordum börtü böceğim. Ve sen mesaj attığında çılgınlar gibi eğleniyorum demeyi bekliyordum. Aslında bir yanım gerçekten eğlenmiyo değildi, diğer yanım alengirliydi. sen mesaj attığında oto-kontrol yapıp cevap vermeyecekti. neyse ki beynime ihtiyaç kalmadı, atmadın amınakoyim.

Beynim yine iyi düşünüyordu, seni koruyordu. Başlarda kötü şeyler düşünmek istemedim muhterem sevgili '' dün çok yoruldu demek '', ''sms paketi bittiyse tabii'', ''ha doğruuuu uykusu çok ağırdı'' gibi kendimi teselli eden bahaneler kullandım.
şeytan azapta gerek, solumdan belirip kafamı karıştrıyordu.

-uyuyo mu ?
+evet iblis abi
-umarım tek uyuyodur aflasşifasfşasşl
+abi çok çirkin gülüyosun
-20 saattir uyuyo dimi siafşlkaslikfalf
+yılbaşına 10 saniye geç gir abi, tek dileğim bu.

Oysa o kadar envayi çeşit çılgınlık sonrası akşam olmuştu, dizi izlemek istemiyordum. açtım discoverry'i, bukalemunlar izliyorum. anlam veremiyorum, çiftleşiyorlar, renk değiştiriyorlar, mama yiyorlar, su içiyolar ve ben mal gibi bunu izliyorum. aslında bakarsan çay da demledim, sigara tüketimindeki artış olmasa aman sabahlar olmasın. ancak bana bu belgeseli iki paket sigara içirte içirte izleten sevgili sana soruyorum;

neden her gelen mesajı senden sanmamı istiyorsun ?
neden napıyo diyene sorana uyuyo dedirtiyorsun ?
neden böylesin olum sen ?
neden günün 20 saati uyuyosun ?
bana cevap vermemek için mi uyuyosun amınakoyim ?
çok kere düşündüm neden cevap vermediği, ve çok düşündüm siklemediğin günün sonunda uyuyodum demeni.
kendi kendime cevap bulamadım,
kıtalarca dolaştım bu sevgililerden bi tarafın uyuma hastalığını öğrenmek için
ilk çine gittim
sonra hindistan'a
ordan bütün kıtaları dolaştım
bizim sokağa geldim, laz bakkala sordum
hatta ve hatta twitter tikilerine sordum
daha böyle bir aforizma yazamadıklarını söylediler
ne çinde ne hindista ne laz bakkalda cevap bulamadım bu huyuna.

oysa cevap versen ne güzel olacaktı. yarın seni bize çağıracaktım.
ben jedi, sen padawan; ışın kılıçlarımızla sucuk pişirirdik ay yüzlüm.
çay da demlerdim sonrasında.
peki şeker ister miydin ?
belki çay sevmezsin diye şarapta almıştım.
içtikten sonra karanlık tarafa geçmezmiydik ?
geçerdik tabii,
sonra sen giderdin
uyurdun
siken tarafın mutluluğu ve yorgunluğuyla uyurdun
ve ben uykumu kaybettim sen uyuduğun andan beri
uykum kaçtı
sende mi brütüs ?


https://twitter.com/#!/birkibrityak





26 Mart 2012 Pazartesi

Kibrit Hakikati 30

hepimiz hayal kurabilen varlıklar olduğumuza göre bu gece soruma cevap verin hacılettolar,
acaba kurduğumuz hayallerde yaptığımız seçimler belirleyici olur mu ?

mesela ansızın gelen bir gece, gündüzünde her şey tam takır takılıyo. ne bilim kiminiz okulda, kiminiz çalışıyo, kiminiz hasta, bir kaçınız siki taşşağı kaşıyarak geçirdiniz diyelim o günü; sonra yatmaya karar veriyorsunuz. ardından öyle kabız bir hayal kuruyorsunuz ki iki paket sigara içe içe blog'a yazma gereksinimi duyuyorsunuz.

çok kısa bir huyumu özet geçicem, bana bir soru sorulduğunda cevap veremezsem günlerce onu düşünmem ama aklıma gelirsede ne zaman olursa olsun, ne şekilde olursa olsun cevap veririm.

geçen sordu bana sen hiç aşık oldun mu diye ?
dedim oldum
ya sen diye sordum
hayır dedi
ayrılınca anlarsın dedim, üstelemedim. çünkü ben ilk aşık olduğum kız beni terkedince savrulmuştum.
üç sene ne sikime savrulduysam, savrulduğum kadar güvenimi kaybetmişim

devam etti aşık olmak nasıl dedi, inceden inceye akciğerlere yürüdü
bi ton gereksiz lafa limon sıktım, saçmaladım. pek ayıkta değildim.
böyle bir şey falan dedim, ardından öptüm. o an romantik falan sandım amınakoyim napim.
yine bi sikim anlamadı, filmdeki hıyarlara benzetti sanırsam.

ne bilim şimdi kafayı yastığa koyunca aklıma geldi de

sanırsam aşık olmak balataları sıyırmak gibi bir şey 
böyle kafayı yastığa gömdüğünde gördüğün şey aşık olmak
uyandığında akla gelen ilk şeyde olabilir 
yatağının sana çok büyük gelmesi gibi bir şey 
çok fazla hareket etmenin rahatsız etmesi seni
çünkü sen olsaydın daha rahat uyuyabil diye siki götü kasardım
bir kez olsun yanımda yatmanı istemek gibi bir şey
sensiz geçen gecelerde bir daha uyuyamamaktan korkmak
acaba hangisi seçerdim diyebilmek
sonra onla bir kez uyuyabilmeyi seçebilmek sanırsam hacı

bunların hepsi milyon tane tarifinden biri aşk denen zımbırtının
bana göre bu dalganın en hakikatli tarifi;
gecenin bir körü ödül olarak müneccim siki vereceklermiş gibi sigara içe içe bunları yazmak

sen yazdın mı hacı ?
gece nöbetlerinde kahvelerle muhabbet koydun mu ?
bugün napmıştır acaba amınakoyim dedin mi ?

yazmadın
geceleri götünü devirdin horladın
bir sikimde merak etmedin

bunları düşündüklerini bilmiyormuş gibi yapayım, çünkü öğrenirsem çok üzülürüm
öğrenirsem aşk denen bi cacıkta kalmaz
bildiğin halde bilmemezlikten geleceksin aşıksan
bu işin kuralı bu
tıpkı bir babanın oğlunun sigara içtiğine inanmaması gibi.

iyi geceler hacılettolar.
bu geceyi led zeppelin gecesi ilan ettim sizden habersiz, hoş görün.

whole lotte love 
babe i'm gonna leave you
all my love

,
https://twitter.com/#!/birkibrityak 


16 Mart 2012 Cuma

DOLMABAHÇEDEN Mİ ESER RÜZGARLAR ?

yaktı bir kibrit çocuk, arkadaşlarının lakabıyla kibrit çocuk.
karşı masadan öfkeyle bir kız esiyordu adeta
dolmabahçe tarafından aldığı rüzgarla esiyordu nevizade sokaklarında
üfledi... akabinde söndü kibrit
kız birasından uzattı, çocuk ise bir tane kız için sardı
sanki biraz önce esen kız tek bira uzatmasıyla gecenin rüzgar gülü olmuştu
her zaman ilk tanışmalarda sesli gülüşmeler olurdu
oysa ikiside aynı arkadaşın davetiyle gelmişti nevizade partisine
rüzgar kız; kağıt tüketicisi
kibrit çocuk; şiringaların babası olmuştu
bunu gören hayırsever arkadaş; kafa dağıtma amaçlı partiye icabet edilmesini beklemişti gençlerden.

gecenin sonu pek çok zaman bellidir,
rutinden şaşmaz;
çift yastık
tek yatak
çekmece plastikleri
envayi çeşit şiringa ve yatak altı çimenlerinden oluşurdu
yine aynı ortam görünürdeydi.

dolmabahçe tarafından esen rüzgarla gelen kız,
çok ağır olmayan kibritide bünyesine katıp yoluna ortak etmişti
kibrit çok ucuzdu
lakin biraz yanmasına izin verirsen canını çok acıtabilirdi
sanırsam izni almıştı kibrit çocuk, gece çok iyi parlamıştı.

kibritin sönmesiyle ortam pek bir karanlık olmuştu,
rüzgarında dinmesiyle pek bir uyku haline bürünmüşlerdi.

kargalar ise daha yeni başlamışlardı işe,
işleri bitmeden uyanmıştı gecenin yorgun yolcuları
gece bir bütün olan bunlar,
sabah sırt sırta vermişlerdi
hani iki kişinin birbirine bakmayarak uyanık olduğu anlar vardır ya
işte tam da o andı, ikiside düşünüyordu
ne düşünüyorlardı paradoks kıvamında kalsın,
peki kız neden o geceye ihtiyaç duymuştu ?

kendimizi kandırmayalım be, kimse sarhoşken tam kontrolü kaybetmez
şiringa afro katar bünyeye, cigara hisleri güçlendirir
alkol ise hiç bir sikim değildir,
sadece utanılan gecenin dostlara atlatırken bahane bulma yoludur.

kız neden ordaydı be canlar ?

acaba eski sevgilisinden ayrılınca ilk bulduğu kargaya domalmak mı rahatlatacaktı onu ?
bu karga sikince kızı, kız rahatlayacak mıydı ?
ailesinemiydi yoksa tavrı ?
arkadaşlarına mıydı lan ?
bunlar soktular ya kafasına ''yok ya o erkek gidince ne olacak '' tribini
kızda ''bak bi sikim olmuyor''' demek için mi gitmişti
gerçekten ayık mı değildi ?
çok mu film izlemişti yoksa ?
yattığı erkeğe mi canı sıkılmıştı acaba
peki soruyorum size erkek yatağa atma derdindemiydi ?
o kız hiç kibrit çocuğun yaşadığı gerilimleri yaşamış mıydı ?
eski manitayı görünce sohbetten kaçmışmıydı ?
kaçmasının sebebi kızın yeni sevgilisini görmek istememesi olmuş muydu ?
herkese derdini anlatmış mıydı kız ?
veya en basit soruyu soruyorum size,
kız ağlasa üzüldü olacaktı
peki kibritin ağlamaya hakkı yok muydu ?
kız içince istediği erkeğin adı haykırabilecekti,
nasılsa her türlü erkek yüz üstü bırakmıştı
çünkü hiç kimse sikipte sikilen, kibrit gibi parlayanlara acımazdı
çünkü erkek içipte haykırırsa sevdiğini, adı sapık kalacaktı
gecenin çakalı kızdı

sırt sırta vermişlerdi sabah
çocuk kahvaltı ister misin diye sormuştu
kız zamk kadar yapıştırıcı hayat kadar apıştırıcı bir şekilde ''hayır'' demişti
çocuk zorlamadı
aklına anılarından başka bir şey gelmiyordu
zaten anılarında ''hayır'' lafını çok duyduğu için o yatakta tek değildi
belki bir ''evet'' duysaydı'' kibrit'in senelerce yanmak için sabretmesine sebep olacaktı
kibrit daha kimseyi yakamadan söndürülmüştü

anı dedikleride anı olsa
günlerden bir gün kibrit sevdiği kıza kahvaltı isteyip istemediği sormuştu
gülüyordu sorarken, çünkü çok seviyordu
kız kibrite bakıp, sertçe hayır demişti
kibrit yatağa dönüp sarılmak istediğinde, kız yataktan çıkmıştı
nereye dedi bizim kbrit
nereye olduğu önemli değil, seninle değilim artık demişti kız
bitmişti işte, oysa kibrit gece iyi parlamıştı
sabahın ışıklarıyla çabuk sönmüştü
kibriti kırıp küllüğe gömmüştü kız.

işte tam da bu sabah kibiritin duvara bakıpğ düşündüğüde buydu
kibrit,
öpmeye kıyamadığı 'kızın' dudağına attıran hödüğü düşünüyordu
2 paket sigara içe içe düşündüğü kızı özlemişti sanırım

peki dolmabahçeden esen rüzgar?
kız çok mu derin bakardı sabahları,
kendine mi acındırırdı yoksa,
sanırsam rolüne adapte olamamıştı
''bir posta daha gider miyiz''
sorusu konsantre olmasını engelliyordu.

çocuk bunu anlayıp tekrar ve tekrar hatıralara daldı
kibrit fena halde elini yaktı

Betigül Kaya
Kibrit Hakikati

İyi geceler.

16 Şubat 2012 Perşembe

PALYAÇO ÇOCUK

Meslek yüksek okulunu birincilikle bitirmişti,
kimisi sınıf arkadaşlarının kopyasıyla mektepi bitirdiğini
kimi ise asık görülmeyen suratının kudretine kapılan öğretmenlerin torpiline geldiğini iddaa ederdi
olsundu, bir kişinin bile sikindeyse bu olay tek başına yaşamak anlamsız olurdu
oysa bugün toprağa verdik kendisini
ne yalan söyleyeyim çok ağladım abiler
her günaydın dediği sabaha inat gözyaşı eşliğinde karanlığı getirdim bu sabah
çok yeminler etmiştik biz onun hatrına, ve çok kişi olarak bugün kabrinde aynı yeminleri tutamadık
onu saygımız sonsuzdu lakin yapabileceğimiz hiçbir şey de yoktu
valide sultana teselli amaçlı yanına gidip 'artık senin birden fazla evladın var' dedim
üzgündü,
anama söver gibi kafasını kaldırıp baktı
kendimi görevli hissetiğimden midir acep
peder bey'e gittim 'biz onu yaşatacağız hep güleceğiz abi' dedim
nasibimi almıştım
bazen kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlar vardır,
nasıl sövse bilemedi
anlamıştım ben ne demek istediğini; çok ağır konuştu
zaten çokta haklıydı kimse onun kadar düzgün şeritlere yayılan kırmızı boya süremeyecekti ağzına,
ve kimse onun kadar asık suratlı olamayacaktı
üstüne üstük asık suratına inat kimse onun kadar güzel gülemeyecekti
toprağı bol olsun merhum kardeşimizin

hayatını anlatmaya gerek yoktu,
lisede 5 yakın arkadaştık
her sabah kahvaltılıkları poşetlere sote eder okulun yakınında parselli parkta patlatırdık
tam giriş ziline ayarı vererek sigaralarımızı yakar en son biten sigarayla okula girerdik
bütün paketlerini ona verirdik, çünkü kimse büyüğünün üstünü arayamazdı
senelerdir tanımıştık artık birbirimizi, öğretmen cümleye falso verince hızlı atağa çıkmak bile güldürmezdi bizi
hatta o kadar vaktimiz geçmişti ki beraber rastgele biri soru sorduğunda kim üşenmiyorsa o cevap verirdi
günlerden bir gün esas oğlanımız aşık olmuştu,
bundan öncede çok aşklar geçmişti başımızdan
hepimiz tökezlemiştik kalp denen taşa
ancak onun aşık olduğu anımsamıyordum
o hep ellerimizden tutan abi niteliğinde yaklaşırdı bize
tabi işler böyle olunca
elimizden tutan hep o iken sevmek güzeldi,
ancak onun aklına da sevda denen dalgayı sokunca sonra bir daha toparlanamadık
tavsiye vermek bizim haddimize değildi, o 17 senedir 8 yaşındaydı, 8 senedir ise 70 yaşında bir adamdı...

bir palyaçonun ölümü nasıl mutsuz ederse sizi, bizi de o kadar rahatsız etmişti zamansız gidişi
bize hep söylerdi, mesleklerin iki türlü görevi vardır diye
birincisi bir düzen kurduğumuzda veya tam düzensizliği ortasındaysak geçimimizi sağlamak
ikincisi herkesin kişilik olarak bir mesleği yansıttığıydı
ben onun için hırsızdım
sanayi kısmında fikret vardı, tornacıydı o da
elektrik kısmında da birol vardı emekliydi o
çilekeş geçen günlerden ssk'sı vardı
ben demiyorum bunları o söylüyordu
biz de palyaço derdik ona
o sadece gülmek için gülerdi, biz ise o her güldüğünde gülüşünün karesiyle çarpılıp sevinirdik
oysa hepimiz bilirdik ''aşık olmak mı? aşık olunmak mı ?'' sorusuna
genç yaşımızın tecrübesizliğinden mi bilinmez, ikisi beraber olmaz diye cevabı yapıştırmıştık
genelde de okul çıkışı kafelerinde aşık olanlar kısmına oturur papatya falları bakardık.
o ise tek taraf olmanın güzelliklerini anlatırdı bize.

dün geceydi, okulun partisi vardı
tutuldum demesiyle beraber tutunacağı dala kondu
kimsenin ciddiye almadığı ama arkadan çalan müzikler vardır ya abiler
bu müziğin eşliğinde tutunduğu dal olan kızla konuşmaya başlamıştı
biz ise çakozlamasın diye sohbet eder gibi yaparak onu izliyorduk
kız ne içerse aynısından bizim arkadaşta içiyordu; allah tahsilatını affetsin
çok tekila, az cila, iki duman, dört miligram
artık ikiside sadece beraber olmak istedikleri kişileri görebileceği kıvama gelmişti
odaya çıktılar
yukarda kudretli bir sevişme olmalıydı
müzik değişmişti
müzik değişirse dansta değişirdi
ancak devamını ben bilemem,
ufak bir kaşıkta kaynatma işlemi sonrası sızmıştım ben de
ama bugün anladım ki sonsuz kere söylenmiş 'keşke'lerin kralından sipariş vermiştim
aslına bakarsanız ben küçükken keşke diyemez teşke dermişim
acaba yine teşke desem o kızı hiç görmemiş olur muydu ?
teşkeler diyarına adım atmıştım, zil sesi ayarına uygun bir de sigara yakmıştım
merhumun naaşına bakıp ağlıyordum, cesetten uzağa külledim
bu çabamı görse surat ifadesini değiştirmez kesinlikle yine teşekkür ederim derdi; gülüşüyle

son kez karşımda duruyordu, önsevişmede bozulan makyajı
pastel renklerin altında kalan morluklar
yatağın altından çıkan plastikler
kolundaki iğne izleri;
artık ölmüştü ilk defa
bardak gibi bir kalbi vardı, ve kalbi yere düşmüştü
dünyanın en babayiğit, en giderli tutkalı gelse eski haline getiremezdi o kalbi
bizim arkadaş varvolana aşık olmuştu,
öldüren aşık olması değildi ancak
bizim kız var olan yerine bizimkini koymuştu, bir de utanmadan öpücükler kondurmuştu
bizim çocukta sanırsam buna çok bozulmuştu
sabah akan makyajını bir daha tazelememek üzerine silmişti
gülmediği ilk gün olarak yeni bir hayata başlamıştı
bugün o palyaço arkadaşım ile kendisinin cenaze namazındaydık
ikimizde hüngür hüngür ağlıyorduk
hem de beraber ağladığım kişi, öldüğü için ağladığım kişiydi
kafamda karışmadı değildi

kendisine verdiğimiz sözü tutamıyorduk
o da tutamıyordu zaten
çok fazla söze gerek yoktu canlar
biraz eksik gibiyiz artık
o olmayınca olmuyor,
ama eğer bunları okuyupta biraz gülümsediyse diğer taraftan
bütün kalbimiz seninle olsun palyaço çocuk
yeni hayatın gönlünce olsun, artık öldün
ve artık istediğini sevebilirsin

toprağın bol olsun palyaço çocuk


''kim sevmezdi çiçekleri filan
”ben sevmezdim” dedim, “yalan” dedi
bunu palyaço söyledi,
palyaço söyledi ben yazdım
yazdım, yazmasam ağlayacaktım'' Tugut UYAR

Konuşmak-Yasemin Mori
Aslında Bir Konu Var-Yasemin Mori
Mutsuz Punk-Yasemin Mori

9 Şubat 2012 Perşembe

MUSLUKÇU

dünyada sonsuz sayılı icat vardır heralde; elektrik, makarna makinası, telefon, jilet, fare kapanı, fil hortumu temizleme hortumu falan filan faso...
ben bir tane burun musluğu istiyorum
salya-sümüğe düşmek mesele değil de, o duruma düşünce kimseler görmesin diye istenilen zaman da kapanan bir musluk
çok darlanıldığında, işi papatya falına bırakmadan vanayı açıp hüngür hüngür ağlayabildiğimiz bir musluk icat edilsin 
timsah gözyaşlarının musluğu tıkadığı, gururun pompa olduğu
üstelik ancak gurur edinildiğinde açılabilecek bir musluk istiyorum

bizim daha dokunmatik telefonlara, appstore'dan medet umduğumuz basit mutluluklara ihtiyacımız olmamalı
bir tane burun musluğumuz olmalı, altın gibi kalbi olanlara sürtünme yapmasın diye altından bir vana.
duruşu sağlamlara, gevşemeyen vidalar; maksatki yanlış yerlerde açık verip falso almasın diye.

bir de muslukçu şart
o musluğun tek sahibi olmak bencillik olur diye
yoksa bir muslukçuya aşık olmak benim neyime
sırf beni ağlatabilen kişi o muslukçu olsun diye istiyorum, yoksa bizler asla ağlamayız durduk yere
gözlerde çürüyen yaşlar aksın niyetinde istiyorum

her taraf dert olsa da kafayı kalbine koyabildiğim muslukçu eksik olmasın sakın
vana açmaktan kalbi sertleşmemiş biri olmamalı ki;
kalbi gibi vanayla oynamaktan çürümüş elleri bizi de yakmasın
illa da mesleğini; para veyahut bir karşılık beklediği için yapmayan
babacan olup, burun musluklarını sevdiği için yapanından bekliyorum
o nasıl mesleği uğruna gezip tozuyorsa, ben de onu bulmak için yakıyorum balataları; bunu bileninden istiyorum.

o değil de muslukçu benim bujiler alev aldı
derman sendeyse parası neyse vericem
ulan seni sevmek için hergün balataları yakıyorum ben
yedek takımı sendeyse eğer gülümsemen yeter
''illa gelmem'' diyorsan eğer
burun musluğuna gerek kalmaz
en kralından sifon istiyorum ben
daha kolay ağladığımdan değil
sidik kokusunun daha çabuk geçmesinden 

ya da hepsini boşver
sen benim dediklerime bakma
söylediklerimden dolayı da özür dilerim
sana ihtiyacım var anlasana
sen olmadan ağlayamam bile ben
seni seviyorum muslukçu, çok geç kalma da erken gel
sana en sevdiğin yemeği yaptım, beni üzmekten yorulmuşsundur diye.



4 Şubat 2012 Cumartesi

Kibrit Hakikati 26

O kadar kaygısız yardıracamki, o kadar kaygısız yani.
Selam değişkenler, sabitler, avagadro sayıları, üslüler, kökten kurtulamamış can üzümlerim.

İnsanın herhangi birşeye bağlanmaması mümkünmüdür bana açıklar mısınız acaba ?

Nasıl desem hiç kimseye hayatını sarsacak kadar değer vermemesi mesela,

Aynı değeri görmesi mesela,

Yaralar bir gün kapanır, acısıda geçerde hiç acıtmadan geçiren bir ilaç var mıdır ?
Süreç; ''yara oluşması, yaranın kapanması, süreyle acısınında geçmesi, yaraya bakarak eski günlerin güzelliğine gülümsemek'' ise bu sürecin direk gülümseme aşamasına tav olabileceğimiz bir formül var mıdır ?
Hayallerimizdeki kız diye tav ettiğimiz bir kız yerine, hayallerimizin kızı olan bir sevgili var mıdır ?
Hayallerimize mi aşığız amınakoyim?
Veya hayallerimizle yaşamaya mı alışkınız da bir türlü farklısını mı kabul etmiyoruz ?
Veya aşk hayal kurmak mı olum ?
Peki ya gün gelirde sevgiliden ayrılınca çok seven mi üzülür çok hayalperest olan mı ?
Peki gerçekten bir gün gelip herşey bitecekse amaç ne ?
Hani zaten erkeklere bir amaç endeksleniyorda, herşey bitecek diyen kızlar amaç gönül eğlendirmek mi ?
Acaba ''KüçükPrens''in dediği gibi gittiklerinde hepsi yıldız mı olacaklar, her parlayan yıldız o kız mı olacak ?
Yoksa her parlayan yıldız zihnimizde kurduğumuz sevgili de, biz her sevgiliyi yıldız mı zannediyoruz ?
Peki insan nasıl iki kişi olabilir ?
Ölmeden gidebilir mi tamamen ?
Kalması demek illaki fiziksel birşey midir ?
Veya gittiği yer de;
Acaba o da benim gibi papatya fallarına inanıyor mudur ?
Acaba o da benim onu sevdiğim kadar seviyor mudur ?
Acaba bir tek benim rüyalarımda mı kavuşuyoruz ?
Peki bu olay birlikte olduğumuzda bile geçerli olmuyor mu ?
Neyin peşindeyiz muhtar ?
Mazoşist miyiz ?

Çok mu bağlanıyoruz, yoksa bağlanacak birşey mi arıyoruz ?

Bence birine bağlanarak en doğru şeyi yapıyor olsak bile; sahiplenme durumu bittiğinde

Sevgilimizden ayrıldığımıza mı üzülüyoruz,
Hayallerin yıkıldığına mı,
Geleceğe dönük yapılan planların tuz buz olmasına mı,
Yoksa artık sahibimiz olmadığına mı,
Veya kimseye sahip olamadığımıza mı ?

Acaba benim sevgilim kim amınakoyim?
Ya senin ?

Gün gelir devran döner yine tavuk domalır yine horoz siker
Hep kendimizi tavuk zannediyoruz ya, kim bilir kalbimizin diğer eksininde kimlerin gözyaşı akıyo kimler tavuk olmuşta yamulmuş.

Acaba kaç kişinin hayalindeki sevgilisinin kostumüyüz ?

Biraz düşünsenize biz ne sikime bu kadar düşünmeye yer arıyoruz ?

Afilli sigaranız bal, sevdiğiniz hep sizinle olsun.

In My Darkest Hour-MEGADETH

30 Ocak 2012 Pazartesi

BELKİLER SOKAĞI SAKİNLERİ

1) HER HAKİKATIN BAŞI KİBRİT

'' bizler Nasreddin Hoca torunlarıyız. içimizde hep bir ümit var; ya severse ? '' M.Menteş

 Muhammed Ali bile kibritin hakikatine inanırdı. Dini bir vesileyle de olsa cebinde kibriti eksik olmazdı. Lise çağlarımda büyüklerin anlattığı bu ve bunun gibi hikayelerle büyüdüm ben. Muhammed Ali'nin tek yumruk nakavt hikayelerinden çok dinlediğim tek hikaye ise benim bu dünyaya gönderilişimdi. Rivayete göre alt komşumuz olan diğer evrenden, bu dünyaya bir 'sokağı' bulmak için yollanmışım. Silüetim insan, gönlüm kibrit misali. Reaksiyona bağlı ateşimle; kah insanları aydınlatır, kah canını yakardım. Bir gün öyle bir parladım ki aşık bile oldum. O benim dünyam oldu, dünya dedikleri ise olsa olsa mahalleydi onun yanında.
  Sanırsam hikayemin konusu görev için yollandığım sokaktı. Bütün senaryoya kahvaltının yerini kahveli nikotin sakızının aldığı bir sabah karar vermişim. Örf ve geleneklerin değişmesi canımı sıkıyordu ancak onlar bütün bir geceyi bile sakıza çevirmişlerdi. Dedikleri gibi dünya gittikçe aydınlanıyordu, dünyanın diğer ekseninde 'belkiler sokağı' sonsuza dek kendisini karanlığa terketmişti. Kurtarıcısı hepimizdik, yola ilk koyulan bendim. Pes etmedim, karanlığa koşar adım alkış tutmak neymiş ben ilk orda öğrendim.

2)BU DÜNYANIN KÜÇÜK PRENSİYİM

  Ben yola çıkacağım için mi hava sislerle kaplıydı ? önemsizdi. her zaman karşıma sisler inşa edilmişti zaten. ben başka dünyaların görevlisiyken sırf keyfime lise hayatına atılmıştım. o kadar çok sis inşa ettiler ki önüme buna da aldırmadım. sisler yaratmak sadece yağmurun kendini belli etmeden ıslatmasıdır. eğer yağmur sizi ıslatarak suçlu olmak istemiyorsa sislerini yollarlardı. benim öyle yağmurlar gördüm ki meslekleri bile vardı; kimisi isal olup tuvaletten eksik olmayan öğretmendi, kimi sokak çocuğunu döven polisti, polislik mesleğiyle dalga geçen şımarık kızlar-erkeklerdi. karşıma uygunsuz çıkan kütlesi bile değişken olan her cisime üflemeyi öğrendim. bazen öyle üfledim ki yolumun ne kadar açık olduğuna ben bile inanamadım, herşeyden önce engeller nasıl basit aşılırmış onu bildim. bilmenizi istedim.
***
  Veda etmek zordur eğer seviyorsanız. kim olursa olsun kurduğunuz hayalleri yeni bir yol uğruna yırtıp atmak gözyaşı olarak döner sana. benim için de bir o kadar zordu veda vakti. çantam hazırdı, sıkıca giyinmiştim. büyük validenin dediği gibi içime atlette giymiştim. ben zaten üşümezdim, maksat seven sevdiği için üşümesindi. kapıyı açtım yollanmak için, valide ''akbilini aldın mı ?'' dedi, yolum tabanvay dedim. gazete kağıdına sardığı yarım ekmeği tutuşturdu elime, öpmedi bile anahtarını al dedi. ben o dünyanın küçük prensiydim, hiç birşey olmayacaktı olası sakat bir durumda. tek sorun bana da fiyat biçicekler diye korktum.

'' insanlar artık her şeyi satıcılardan alıyor. ama dost satan bir satıcı olmadığından insanların dostları da yok artık '' Küçük Prens

3) YALNIZLIK ALLAHA MAHSUS

''Hayat beni neden yoruyorsun ?'' Serdar Ortaç

Yalnızlık allaha mahsustu, bunu da küçükken gittiğim maçlarda öğrenmiştim. Gençken harmanım çoktu. Elalem arkadaşlarıyla stres atardı. Oysa bana arkadaşlarım iğrenç yaratıklar gibi geliyordu. Sevemedim hiç birini, sevmekte zorunda değildim. Ben sadece görevliydim. Bir süre tribün alemini kovaladım, orda ayıkmıştım mevzuya. Varsa Allah; yalnızlık bir tek ona mahsustu.

 Üniversite de biraz daha kendime uygun arkadaşlar bulmuştum. Özellikleri az, güveni bol. Afisi yok dirayete bağlı güven çok olanlarından vardı hep yanımda. Ders çıkışlarında sürekli takıldığımız bir kafe vardı. Günün akışına göre kafamızı eseni yapardık.Öylesine sahiplenmiştik ki biz o mekanı, mekanın sahibi bile yoktu. İki masa vardı. birinde ben ve arkadaşlarım otururduk, diğerinde hayali silüetler. Yine günlerden bir gün ben ve arkadaşlarım dediğimde aralarından bir tanesi ''biz'' demenin herkesi eşit yaptığını söylemişti. Eğer ben ve dalyaraklar gibi cümleler kurarsam, psikolojik olarak kendimi öne çıkardığımı anlatmışlardı. O günden beri her yapılan kötülükte biz demeyi bildim; hepimiz zenciyiz, hepimiz mehmetçiğiz, hepimiz ermeniyiz, hepimiz anamızın amında çıktığı kadar ağlıyoruz... dediğim gibi bu dünyanın küçük prensiydim ben, kimi istersem o kafede bulabilirdim. tek yapmam gereken biraz inanmaktı. inanmak başarmanın yarısıydı.
 Bugün hayali silüetler kahvesine uğramanın vaktiydi. cebimdeki bozuklarla belkiler sokağı haritasına tav olduktan sonra aynı haritayı elime alıp ışınlandım kahveye. kimse bilmesin diye ışınlanma gibi hayali bir kapı yapmışlardı kahveye, azıcık hayalgücü yeterliydi içeri girmek için.
 Bu silüetler hep aynı masada otururlardı, oturdukları masaya sertçe vurarak beni bu sokağa götürebilecek biri var mı diye sordum. biraz sertçe sordum lakin o dünyanın küçük prensi bendim bunu anlamanız gerek.
 Aralarından en eskisi davetime icabet etti, adı silik laf'tı. evet ulan bu hayali silüet'in bir adı vardı o da '' silik gaf'' tı

 Vukuata hazır çocuklar gibiydim, saatleri ayarladık. Dönülmez akşamın ufkunda yola hayıflanmamak üzere başladık.
 İnanmak başarmanın yarısı diyenlere hiç ama hiç inanmadım. olsa olsa başlamak inanmanın yarısıydı, inanmak      önemliydi. bu dünyada herkes bir bok başarır. ya bir bokun bile neler başarabileceğine inanan kaç kişiydik acaba ?

4) BAŞLANGIÇLAR ZORDUR, HER BAŞLANGIÇ GÖREVİNİ BEKLEYEN BİR SONDUR

 İstenilen bin türlü yeni bir dünya söylemi vardı. ben bunların hepsinin olduğu bir sokağa gidiyordum. artık; ne kel müdür yardımcılarım, ne ispikçi götlek bebeler, ne kabız devlet yöneticileri, ne para basan avm'ler olacaktı. buna benzer o kadar hayal olmaktan çıkmış gerçekten kurtulacaktım ki, kurtarmaya giden değil de kurtarılan olmuş gibi hissediyordum. yeni sokağımda adalette olmayacaktı, tıpkı eski yaşadığım mekan gibi. dünyada adalet var derlerdi; yer miyim ulan ben ? amerikada bir bebenin su püskürttüğü silah filistinde bi bedenin katili oluyorsa o dünyada asla adalet olmayacaktı zaten. adaletsiz bir dünyanın adaleti için yolu mübah saymıştım.

 Zafere ulaşmak için yer yolun kabul gördüğü kapak zaferler dünyasını hiç sevmemiştim zaten. imkanım olsa her sokakta yatan için dünyanın altındaki sandalyeyi çekerdim. imkanım olsa aşkları rakı masası muhabbeti olsun diye yaşatan bu dünyayı en yakın arkadaşıyla aldatmak isterdim. imkanım olsa aç insanları aç bıraktığı için değil, bizi onları düşünmeyecek kadar robota dönüştürdüğü için suratına tükürürdüm puştun. ve imkanım olsa her dövülen sokak çocuğu hatrına, bakkalı olupta süpermarket temizlikçisi haline gelen abi için, ağlattığı her çocuğun gözü yaşı ıslaklığına, yasakladığı her kitap sayfası aşkına, yarattığı bu düzen uğruna canını yakardım. ve o dünyaya inat onu değiştirmeye gidiyordum. onun kaypak zaferlerine ulaştığı tek yol yerine kendi yoluma gidiyordum ben. tüfeklere inat yapılan her pisliğe kibrit yakarak gidiyordum. merhaba benim bir diğer adım can yakan
şimdi de kibritle seni yakacağım.

''Cehennem dediğin dal odun yoktur, herkes ateşini kendi götürür'' Pir Abdal Sultan


5) ÜÇ GÜNLÜK DÜNYA


Üç günlük dünyanın sonuna geldik ulan artık. uzun değil ama zor bir yol katetmiştik. tıpkı validenin fırına yollaması gibiydi, sigarasız kalınan sabahların bakkal yolu gibiydi. uzak değildi, düşündüğümüz kadar. o kadar farklı insanlar görmüştüm ki bu yolda silik gaf'ın zamanında başına gelen cinstendi. şimdiden lanet etmiştim kişiliksizlere. bu gibi durumlarda çok söylenen bir söz vardır; herkesin kendi kapısının önünü süpürsün diye. benim elimde faraşta vardı süpürgede ancak inat etmiştim kendi kapım yerine başkasının kapısının önünü temizlemeye. hayatı matematik olmuş insanların çapını bozmaya inat etmiştim. artık onları sabit bir pi sayısı olmaktan kurtarıp var olan çemberden çıkaracaktım. yolun sonuydu; giriş kapısını araladım. boşluğu görmüştüm ve benden önce o boşluğa düşen insanları. hayalleriyle bu noktaya gelen ama hayallerinde kaybolan insanların düştüğü araf meydanınıda geçmiştim. sanırsam olayın en zor kısmıydı burası, evet küçük umutlarla büyük hayaller beslemek güzeldi. yeni dünyalar yaratmak herkesin hakkıydı ancak yaşadığı yeri ayırt etmek ana hakikattı. ben yaşadığım alemi aştım, aştığım alem kadar sözüm var. vay arafta kalanların haline. arafta kalanları hatrına yaşadığımız üç günlük dünyanın üç günüde bayram olsundu.


'' Üç günlük dünyanın, üç günü de bayram olsun '' M.Menteş / Afili Filintalar


6) BELKİLER SOKAĞI


'' Kurduğumuz hayallere rağmen değişmeyen dünyanın şerefine '' To Vlemma Tou Odyssea


Artık hepimiz belkiler sokağının sakinleriydik. 
Eğer bu dünyanın geldiği aydınlanma seviyesi kimin göz pınarını yakıyorsa
bu sokağın sakiniydi o da
Kurulan hayallerle gelinirdi bu mekana
Hayallerini yıkan gerçeklerdi nefret ettikleri
Ve hala içimizde kalan ''belkilerle'' gülebiliyordu bu sakinler
Hala bir playstation koluyla hayat yönetmiyorsa o sokak sakini, belkileri sayesindeydi


Belki bir gün gelir diye


Belki sevgililerini gerçekten severler de rakı masası fiyakasından kurtarırlar diye


Belki artık makinalarda tuşlarla yönettikleri futbol maçı yerine sokağa kurdukları taştan kalede maç yaparlar diye


Belki para çarkı olan AVM'lerin yerine yapıldığı, parklar yeniden köşebaşı türer diye


Beşiktaş iskelesinin yanındaki çaycı, kabız bir vekilin güvenliği için kapanmasın diye


Sırf çocuklar değil martılarda yetim kalmasın diye


Artık sevgi dolu sözcükler yapmacık gelmesin diye


Büyükpeder ve büyükvalide ziyaretleri bayramdan bayrama denen kısma tav edilmesin diye


Huzurevinde çocuklarını bekleyen takoz dede ağlamasın diye


Belki tek temizlenen şeyin, o parklarda bi gece önce muhabbet döndüğünün kanıtı olan çekirdekler 
olmasın diye


Belki çıkarı olan dostluklar yerine, aynaya bakarcasına ağladığımızda ağlayan görürüz diye


Hani olur diye söylemiyorumda, hala yanan bir kaç ışık varsa onlarıda kapatırız diye


Adaletsiz dünyaya, adaleti kağıtta yazanların dışına çıkarırız diye


Belki değer verdiğimiz birinin gözünden bir damla yaşa kıyamayız da kibrit gibi parlarız diye


Belki bir gün paraya bağlı düzen sona ererde, satın aldıkları güneşi herkesle paylaşırlar diye


Son bir ümit kalan belkiler vardı işte
Bütün dünya bir yana dursun; ışıktan vazgeçmiş karanlıkta duruyorlardı
Yaşadıkları yere mecnun, hallerinde memnunlardı


Belki de artık siz o kadar yol alıp belkiler sokağı sakini olmuştunuz. 


Merhaba ben bu dünyaya her ibneliğe inat kibrit yakmak için yollandım
Eşlik edermiydiniz ?


''Konuşsam faydası yok, sussam gönül razı değil'' Atasözleri kitabı


İyi geceler


Sadece Senin Olmak İstedim
Herşey Biter
Cherokee
Benimle Uçmak İster misin
Yaşamak İstemem
Köle
Oyuncak Dünya
Çok İstiyorum

25 Ocak 2012 Çarşamba

Renkli Külü Olan Sigara

 Felsefeyi Dekart'a yedirecek düzeyde şüpheci bir insanı anlatayım bu gece size. O da pek sevmez geceleri, vakit geçmez haliyle o saatlerde. Uğraşacak belli başlı birşey yoksa iş başa düşer. Vakit öldürmek amaçlı sorular sorulur zihne. Aynen tam bu anlattığımı yapan biriydi. O genelde insanların davranışları yerine çok ufak hakikatler arardı   ''acaba dünyada kaç mum yanıyordur, bu mumların kaçı kibritle yanmıştır, ekvatorda yağmur yağıyor mudur, buzullardaki penguenler uçsa nereye giderdi, afrikadaki akrepler siyahta siyah oldukları için mi onlara kötü diyoruz ? Neden bu akrepler kötüydü, sevilmezdi ? Siyah diyeydi çünkü diğer renkteki akrepler hakkında bu kadar kötü söz söylenmezdi. Ama siyah olması onları kötü yapmazdı. Nerden bilirdik belki bu akrep bir termit kabilesine yuva yapmıştı, belki yaşlı bir karıncanın ekmeğini yuvasına kadar taşımıştı, belki de doğruydu sertçe kol darbesiyle bir tırtılı tahtalıköye sefer etmişti.''  gibi. Bunları düşünürken şarkı dinlemeyi severdi, yanında ise kahve içmeyi. Kahvenin gönül arkadaşı sigarasıydı. Kırmızı malbuş içerdi. Kahve Leyla ise sigarası Mecnundu onun için. O ise fuzuliydi, geceye göre kahramanlarına rol verirdi. Sabah ezanı vakti de gelmişti, bir sigara saklardı ezana. Cama çıkar uçuşan martıları izleyerek nefeslenirdi; mistik ezan sesiyle. Ezanın bitmesiyle uyudu hemencik, gece ayakta kalmanın yorgunluğuyla uyuyakalmasıda pek sürmemişti.
   Takriben saat üç gibi uyandı bizim eleman. Hava o gün fena halde pusluydu. Lakin hava puslu diye mi kendini kötü hissediyordu, yoksa kendini kötü hissettiği günlerde mi hava puslu olurdu ? içine sinmemişti o gün.  ne derler bilirsiniz arkadaşlar ;
'' düz ovada yağmurdan kaçılmaz, göte giren şemsiye açılmaz ''
 çok irdelemedi, karnı açmıştı çünkü. Ufak bir leyla ile mecnun sahnesinden sonra çıktı evden. Yarım ekmek kaşar-salam için bakkala uğradı. Midesini dolduramadan ayrıldı, bakkaldan aldığı tek şey sigaraydı. Kitap alacaktı. her zaman kitap aldığı dükkana yol almaya başladı. Gidişi belliydi; otobüs. Otobüs diye geçmemek gerek. Bu eleman insanları yaptıkları her şey için ayırabilirdi. Ancak yaptığı ayrımcılık değildi önyargıydı. Ona göre otobüs kullanan biri hayatını düzenli bir şekilde yaşayan bilinçli insandı. Aynı zamanda insanları incelemeyide severdi. Bunlar çok gereksiz detaylardı, onun için bütün hatıralarının bulunduğu kadıköye gelmişti. ÇARŞI durağında indi otobüsten.
   Önce kitap aldığı dükkana uğradı. Ancak bir kez daha eli boş dönmek zorunda kaldı. Eve dönecekti, otobüs durağına gereken yoldan gitmezdi dönüş yolunda. Çok sevdiği bir sokak vardı oradan geçerek devam etti. Sokak bittiğinde gözünden bir damla yaş geldi, serçe parmağıyla aldı nemini. Kahvaltı eksikliği nedeniyle iyice de acıkmıştı üstelik, sigarasından çektiği her nefeste daha da fazla hissediliyordu açlığı. Yine her Kadıköy'e geldiğinde köfte ekmek yediği yere gitti, cebindeki bozukları vererek bir yarım köfte yaptırdı. Afisi bol değildir lakin soğan, domates ikilisi pek bir doludur. Midesini tav etti köfteye ama buda canını sıkmıştı. Kalabalığın bakışlarına aldırmadan elindeki köfte ekmeği de fırlattı dönüş yoluna koyuldu, bindi otobüse. Oysa en sevdiği şeydi köfte yemek.
    Ev yolu uzak değildi, uzak olsa da bu kadar yıkıma karşın pek koymazdı o yol. Tabanvayı seçti yollandı.
    Şimdi şu eskiydi bu eskidendi gibi bir çok laf duymuşsunuzdur eminim ki. O da hiç sevmezdi bu muhabbeti ancak cümle yapısı benzese de eskiler her zaman daha iyidir fikrini savunurdu. Ona göre iz bırakanlar unutulmazdı. Beş yıl sonrada bugün iz bırakanlar unutulmayacaktı.

       Sabah yarım ekmek almaya gittiği bakkal artık yarım yapmıyordu. Hijyeni bol hem de tadı güzel ama bir o kadar soğuk sandviçler gelmişti tezgaha. Oysa onun istediği ekşimiş kaşardı, n'olacağını bilerek yediği yarım ekmekteydi.
       Çok geçmeden zamk kadar yapıştırıcı hayat kadar apıştırıcı ikinci yıkımı yaşadı. Kitap almak için gittiği pasaj tuzla buz olmuştu. Sordu soruşturdu ve yerine AVM yapılacağını öğrendi. Kim istemezdi ki yemekli ve her kitabın satıldığı bir mağazaya sahip AVM, para basan bir çark. kim istemezdi ? ancak istemiyordu bizim eleman, onun gözü mağaza girişinde bulunan '' dünyada şu kadar satıldı '' reklamında değildi. O kitapçı amcayı istiyordu, tam yokluğa düşmüşken onun ayarına göre kitap veren adını bile sormadığı o kitapçı amcadaydı. Ve bu amcanın tabi ki bembeyaz sakalları vardı.....
       Kitabını alamamıştı haliyle, dönüş yolu rotasından o sokaktan geçiyordu. Çok sevdiği o sokakta bir dolu hatırası vardı sevgilisiyle. Bilirsiniz arkadaşlar sevgililer ayrılınca değil unutulduğu zaman eski sevgili olurlar. Aynen bu hesaptı onun sevgili dediği de. Yürümeye devam ettikçe bütün kafelere bakıyordu çok gecikmeden gördü sevgilisini. Malum her hikayede ki gibi onun yerine başka bir lavuk vardı artık. Gözünden tek yaş gelirken eski bir hatırası gelmişti aklına (bir bar da sex yaparken basılınca topuklamışlardı beraber ve o kafeye gelmişlerdi birbirlerine gülerek sigara içmişlerdi, onun için bu samimiyet unutulmayacak cinstendi). Bu olay aklına gelince nasıl bir kalp ağrısı oluştu siz düşünün canlarım. Belki o yaşadığı anıları yeni sevgilisiyle yaşayacaktı kız, belki öpmeye bile kıyamadığı dudaklara beş dakika sonra o hödük attıracaktı. Bilmiyordu, bilmekte istemiyordu. Ben de bilmiyorum zaten lan acılar dolusu.
         Sıra geldi enerji, mutluluk kaynağı köftesine. Her eksik mutluluğunu solucan gibi tamamlayan ne eti belirsiz, mikrop yuvası köfte bile değişmişti. Bir zengin firma da tezgahı alıp, afilli bir köfteci yapmış. Hem aynı fiyat, aslında daha lezzetli hem de çok temiz köfteler yapıyormuş. Anladığınız gibi hepinizin sevdiğinden. Ancak o tükürüksüz köfteyi de yemedi, yarısına gelince de fırlattı attı. Acaba mideyi kanatmadan eve gidebilir miyim ? heyecanı vermiyordu neo-köfte.

Eve döndü o gün dönmesine ama aklında ki soruları yanıtlayamadı,

''Gerçekten o gün hava puslu diye mi bunlar olmuştu, yoksa hayal kırıklıkları olacağı günler mi hava puslanırdı?
Peki ya akrepler ? 
Onlar da beyaz mıydı acaba bir zamanlar ?
Ya köfte ekmek? Akrep rengine benzeyen kül olmuş seyyar köfteciler yoktu artık.
Peki yeni yarım ekmekler çok mu keyif veriyordu, ya da sandviçler ?
Akrepler siyahken kötüydü de beyazken çok mu iyilerdi ?
Ya bu sigara onunda külü siyahtı. 
Peki külü daha renkli olsaydı yararlı mı olacaktı ? '' tüm derdi buydu, çok düşündü bulamadı. 
Renkli külü olan sigara bekledi kandırılmak için...
İyi geceler.....
     
     Akrebin Gözleri- Erkin Koray
      Karlar Düşer- Akrep Nalan
 
https://twitter.com/#!/birkibrityak

7 Ocak 2012 Cumartesi

IŞIKTAN VAZGEÇ, YÜRÜ KARANLIĞA

Kallavi miktarda tümörle başlar bu hikaye ve hemen yanındaki evrende işleyen sizin hikayeniz.
Çok dert edilecek bir tümör değil bu başrol oyuncumuz, portakalın kilosu kadar.
Ancak washington olanının tadından yenmez, eheh şaka lan şaka yak bir sigara başlıyorum.


Bu bahsettiğim tümör bazen şarap şişesinin dibindeki sona vurmuş tortudadır,
Sigaranın filtresindeki sona gelişin çaresizliğidir
Kibritin kül olup elvada demesi kadar hayalidir
Arada ibneleşir; arkadaşına verdiğin borç olur, hani ihtiyacım var der ve aslında gider burjuva yerlerde portaklı soyulmuş ördek yer ya işte o ördeğin sana lanetidir bu tümör.
Yılbaşı sonrası gelen çaktığın matematik sınavıdır, logaritmanın sonsuz sayılı üssüdür.

Ciddileşirsek
Annenin yüreğiyle dürtülen gözyaşıdır, belki o an sikinde olmaz ama yatağına girdiğinde annene duyduğun üzüntü ve sevginin karmasıdır bu hastalık. kıskanmıyo imajı verdiğin sevgilin başka biriyle takılmasının içe atılması sonucu büyür, ayrılık sonrası gazı alır ve zihnindeki yerini parseller. sol lobun arkasında sotelenir ama bulamazsın, yok edemezsin piçikoyu. arada dostça yaklaşır sana; öldürmez, sadece süründürür. etkisi karla karışık psikolojik baskıdır.

Haha, biraz beyin sikişi olmakla beraber taşşak geçiyomuşum gibi olacak ama kar'ın doluya çevirip canına acıtacak hale gelmesidir. bir nevi zorunluluklardan kaçamamaktır. ufaktan açıklarsak başkalarına göre yapman gereken şeylere bir bulut dersek, oğlan dönencesinden gelen asi davranışlar bulutunu seçersen yağar bu kar. olması gerekenler bulutunun bekçileri vardır. bu karlı fırtına onların işidir. yok etmek isterler kişiliğini, utanırlar belki senden.
Buna bir arkadaş kazığı
veya
anneniz babanızgilin bir orospuçocuğu bulup sizle kıyaslamasıdır, ofsaytla gol atıp sizi kaleye tıkması diyebilirsiniz.
aslında biraz daha yüksek doz verirsem size; sevgilinizin kar yağışına dayanamayarak soğuğa pes etmesidir. oturacak daha sıcak bir kucak bulmasıdır. kucakta oturmakla yetinmemesidir. insanoğlu asla yetinmez zaten amınakoyim.

İçki gözüyle özet geçersek beyaz şarap gibidir zihin tümörü.. sen farketmeden çökertir seni. süreç bariz bir şekilde gelişir;
ilk önce hayali bir dünya görünümü yansıtır yorgan altı saatlerine. sonra gece yatağında kurduğun hayallerin gerçek olmayacağını söyler sana: siklemez bir dille. ilk başta kabullenmezsin. yine hayali bir tümöre, hayallerini yıktığı için küfredersin, ardından öldürmek istersin. bir bakmışsın tek hayal dünyanda bulabilmişsin onu. ilk pompalıyla alnını ortasına gömersin kurşunu. sadece hayali dünyanda öldürdüğünü görünce kim kimi sikmiş anlarsın. yaşadığın acı karesiyle çarpılıp, üssüyle beraber götüne girmiştir.
bir bakmışsın 45lik plak başa sarmış, joplin reyiz çalmakta
tümör ise ilk şarkıyı söylüyor sana;
şarap şişesinin dibindeki sona vurmuş tortu olmuş yeniden
sigaranın filtresindeki sona gelişin çaresizliği olmuş ardından
ve bu hikayenin başındaki tüm aşamaları kaydetmiş
seni yıktıkça gücüne güç katmış kendini yenilemiş...

Bu olay 5-6 kere başına geldiğinde ise direnmekten vazgeçersin. aylarca buz gibi havaya dayanmışsındır. kar yağan yalan dünyaya inat kar topu ile karşılık vermişken yarı yoldan dönersin.
üşümüşsündür
isyan edersin soğuğa
mecalin üç kelimeye dayanır, ateşini yolla bana dersin.

Ateş yollayamam kardeşim ben sana, iki çöp kibritim kaldı. birer sigara yakabiliriz ancak.
koyalım sohbeti hemen ardından
sok şunu kafana
dönme sikik bir tümör için istediğin, hayal ettiğin şeylerden.
beynindeki hücrelere tembih et yapmasınlar geri vites
yağan kar'a inat kardan adama havuç sok sen
başkasının kucağında ısınan sevgiliye ufo kıvamında ateşini yolla, kor alevler içinde yansın sonra.
oysaki sen 500 puanlık ygs sistemine tam puanlık bir kroşeyle cevap ver.
ağlayan annenede öğret bu üzüntülerin hepsi tümörün oyunu.
öğret herkese gülmeyi
dişlerini göstererek yapmacık olanından değil,
sigarayı yaktığında çıkan dumanla gülmeyi öğret.
o yola çıkarken sıkı giyin
seni öptüğünde güç vericek bir sevgiliyle başla
kayıp yere kapaklandığında el uzatacak arkadaşlarla
sana güvenen insanlarla beraber savaş
baktın ki olmuyor
zor günlerin gitmeye niyeti yok, çek dertlerin altına bir sandalye
Öğren onlarla yaşamayı


Diren ve efsane ol!


Bir kibrit yak, ver dertlerin eline bir sigara.
Sen de anlat ona acil çıkış kapısındaki ışığa koşmamayı
İnadına karanlığa koşmayı öğret
Karanlıktan düştüğünü anlat
Yaralarını göster
Güven bana sen söylemeden o siktir olup gider.


Yeni yılınızda ne gülüşünüz ne sevginiz son bulsun
Turkcell'in bücürlerinin dediği gibi her tümörün karşısına dikilecek sonsuz kibrit var.
J.Joplin reyiz sizle bu gece
iyi geceler ulan iyi geceler.








çArşı kansere kArşı,
kAhrolsun tümörler, tümöre gerivites yApAn hücreler.